Google Play Store
App Store
Attila Aşut

Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Yazıda lafı çok dolandırmayı sevmem. Hele de günlük bir gazetede yazarken, dolambaçlı anlatımlara, yazın cambazlıklarına başvurmaktan özenle kaçınırım. Açık yazmayı, anlaşılır olmayı yeğlerim. Üslup kaygısı bazen içeriğin önüne geçiyor ve hem okuru yoruyor hem yazarın iletisinin anlaşılmasını güçleştiriyor…

Değerli meslektaşım Mustafa Kemal Erdemol ile geçenlerde dil üstüne söyleşiyorduk. Yakınlarda Yazılama Yayınevi’nden çıkan 444 sayfalık yeni kitabı “Veliaht’ın Gölgesinde Suudi Arabistan” kitabı da önümde… Dilcilerin sık kural değiştirdikleri konusunda görüş birliği içindeydik kendisiyle. Türkçedeki yazım karmaşası biraz da bundan kaynaklanıyordu. Üstelik tartışılmadan yapılan değişiklikler, yazarlara ve kamuoyuna zamanında duyurulmadığı için karışıklık daha da artıyordu. Sözgelimi Dil Derneği, “ha bire”, “kim bilir”, “köşe yazarı”, “köşe yazısı”, “söz konusu” gibi sözcüklerin yazımını değiştirdi. Eskiden ayrı yazılan bu sözcükleri artık bitişik yazıyorlar. Peki, kaç kişinin haberi var bu durumdan?

Ben tarihsel TDK’nin günümüzdeki devamı olan Dil Derneği’nin üyesiyim. Dolayısıyla bu kurumun uzmanlarınca hazırlanan Yazım Kılavuzu’nu kullanıyorum. Yukarıda andığım sözcükleri de doğal olarak bitişik yazıyorum. Gelin görün ki bu değişikliği yapanlar bile çoğu zaman uymuyor kendi kurallarına! (Örnek arayanlar. Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel’in 8 Ağustos 2024 günlü Cumhuriyet gazetesindeki “Düşünce Özgürlüğü mü?” başlıklı yazısına bakabilir. Orada “yaşını alamamış başını taşıyamamış köşe yazarları”ndan söz ediliyor. Görüldüğü gibi, “köşe yazarları” ayrı yazılmış! Gelin de çıkın içinden bakalım!)

∗∗∗

Kuşların sütü var mıdır? Kuşlar memeli hayvan olmadığına göre olmaması gerekir. Ama dilimizde “kuşsütü” diye bir sözcük var; “bulunmayan şey” anlamında kullanılıyor. “Yemekte bir kuşsütü eksikti” dediğimizde, özenle hazırlanmış ve türlü yiyeceklerle donatılmış bir sofrada hiç eksik olmadığını anlatmış oluruz.

“Kuşsütü” sözcüğü deyim olarak kullanıldığı için birleşik yazılır. Nitekim Sevgi Özel’in başında bulunduğu Dil Derneği’nin Yazım Kılavuzu’nda da öyle yazılmıştır. Ama sonra ne görüyoruz? Bakın, 22 Ağustos 2024 günlü Cumhuriyet’teki “Konuşmalıyız!” başlıklı yazısında Sevgi Özel nasıl yazmış bu sözcüğü:

“İnanç ve köken ayrımını siyasaya araç yapmak, yapanların aracı olmak, kuş sütünün eksik olmadığı sofralara dadanmak, bugün ezberletileni yarın yalanlamak düşünce özgürlüğü, eleştirmek hakaret!”

Kimseye haksızlık etmek istemem… Acaba bu sözcükleri Sevgi Özel doğru yazıyor da Cumhuriyet gazetesinin editörleri eski alışkanlıkla değiştiriyor olabilir mi? Eğer öyle ise sorun daha da büyük demektir. Dil Derneği Başkanı, Türkçe sözcüklerin doğru yazımını Dil Devrimi’nin savunucusu bir gazeteye bile kabul ettiremiyorsa, bunu başkalarına nasıl anlatacaktır?

∗∗∗

OKURDAN

Çabalar sürmeli

Attila Bey, yazılarınızı okuyorum. Bir radyoda, bir kanalda konuşan kişinin ‘demografik’ kelimesi ile ‘demokratik’ kelimesini ayıramadığı bir ülkede yaşıyoruz. Yazık!

Ama yanlışları düzeltme çabanız yine de sürmeli diyorum. Saygılar.

Metin ERK

HAFTANIN NOTU

“Kuyu Tipi Hapishane”

Saray rejimi, sayısını unuttuğumuz “yargı paketleri”nden birini daha kamuoyuna açıkladı. Bunun da öncekiler gibi göstermelik bir paket olduğu anlaşıldı. “Yargı” kavramının saygınlığını ve güvenirliğini yitirdiği ülkemizde, hükümet “Yüksek Güvenlikli Hapishaneler” yapmakla övünüyor!

Bugüne değin F tipinden S tipine, neredeyse Türk abecesindeki tüm harflerle anılan hapishane türlerini biliyorduk da “kuyu tipi hapishaneler”in varlığından haberimiz yoktu. Sürekli “yargı reformu” yapan Tayyip Erdoğan’ın  “ileri demokrasi”sinde bunu da gördük hamdolsun! Meğer sessiz ve derinden uygulamaya konan bu yeni yüksek güvenlikli hapishaneler, özellikle siyasal tutuklu ve hükümlülerin yaşam koşullarını daha da ağırlaştırmaya yönelikmiş. İnsanları diri diri mezara koyan ve canından bezdiren bu durum, artık katlanılmaz boyutlara ulaştığından cezaevlerinde açlık grevleri ve intihar olayları artmaya başlamış.

Nazım Alpman arkadaşımız, yolu bu cezaevlerinden geçen bir okurunun mektubunu yayımladı geçenlerde. O mektuptan öğreniyoruz “kuyu tipi cezaevleri”nin ne mene bir şey olduğunu:

“Yüksek Güvenlikli Hapishaneler, bizim ‘kuyu tipi’ dediğimiz hapishaneler… Çünkü tam anlamıyla bir kuyunun içindesiniz. 5 adımlık bir hücrenin içindesiniz. Güneş vurmuyor. Küçücük penceredeki telörgüler nedeniyle içeri hava girmiyor. Her gün su kesintileri oluyor ve 2-3 gün suyun hiç gelmediği de oluyor. Gardiyanlarla bir megafon aracılığıyla iletişim kurmanız isteniyor. Yani insan yüzü - insan sesi, güneş, hava, su yok! Her saati, her dakikası, her saniyesi tecrit işkencesiyle dolu bir işkence merkezi Kuyu Tipi Hapishaneler…”

Bu konu “Haftanın Notu”na sığmayacak ölçüde geniş, yaşamsal ve ivedidir. “Kuyu Tipi Hapishane” zulmüne karşı muhalefet partileri başta olmak üzere tüm insan hakları savunucuları hemen harekete geçmelidir!