Google Play Store
App Store

Ülkenin son 22 yılında, tablo çok açık. Devletin mafyalaştığı, kadınların öldürüldüğü, tarikat ve cemaatlerin sokaklarda ‘‘Şeriat istiyoruz’’ diyerek gezebildiği bir düzen kurulmuş durumda.

Yeni bir hayatı kadınların mücadelesiyle kuracağız
Fotoğraf: BirGün

İlda Alçay SEPETOĞLU

Geçtiğimiz gün İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya katledilen kadınlar için şöyle bir ifade kullandı: ‘‘İkazımızı dinlemediler, kapıyı açtılar, vuruldular.’’

Bu yazıya ‘Nasıl başlamalıyım?’ diye düşündüğüm esnada bakan bu açıklamayı yaptı. Aslında aradığım başlangıç bu açıklamayla bitti ve aslında her şey tam da buradan başladı.

Türkiye’de toplumsal-siyasal meseleler konuşulurken özellikle kadınların yaşadıkları ve bunlara karşı yükselttikleri mücadele her şeyden azade gibi algılanıyor. Örneğin öldürülüyorsak katilin psikolojik durumu tartışılıyor, her biri münferit olaylar olarak ele alınıyor. Şiddet görüyorsak hemen ardından ‘ama’lı cümleler kurularak savuşturuluyor. Başımıza gelen her türlü felaket bireyselleştirilen hikâyelerle politik olanın ötesine atılıp bağlamından koparılıyor.

AYRI DÜŞÜNÜLEMEZ

Ya da belki cümleyi tersinden şöyle de kurmak mümkün; bugün kelimenin tam anlamıyla var olmayla yok olma arasında bir yaşam mücadelesinde dönen kadın mücadelesi, neoliberal sistemin siyasal, ekonomik, toplumsal bir kriz içerisinde olduğu bu tarihsel dönemde, toplumsal cinsiyet, sınıfsal eşitsizlik gibi çeşitli baskı ve sömürü biçimlerinden ayrı düşünülemez.

Birbirleriyle ilişkileri sayesinde aldıkları mevcut halleri görmezden gelmek demek kadınların direnişini, emeğini, varlığını ve dahası en genel anlamda açığa çıkan toplumsal direniş potansiyelleriyle ilişkisini ve mücadele deneyimlerini görünmez kılmak demektir.

Oysa Türkiye’nin özellikle son 22 yılında, tablo çok açık. Devletin mafyalaştığı, uyuşturucu ticaretinin ve karapara aklamanın hiç olmadığı kadar arttığı, kadınların öldürüldüğü, şüpheli ölümlerle hayatlarının çalındığı, tarikat ve cemaatlerin sokaklarda ‘‘Şeriat istiyoruz’’ diyerek gezebildiği bir düzen kurulmuş durumda.

Son derece kökleşmiş ve tüm toplumsal ilişkilere sirayet etmiş erkek egemen zihniyet, kapitalist sömürü ve siyasal İslamcı faşist rejimle girdiği işbirliği hepimiz için bu dünyayı yaşanmaz hale getirdi. AKP, içine girdiği her hegemonya krizinde kadınların hayatlarına, haklarına ve hatta varlıklarına saldırıyı daha da derinleştirerek kendisine bir çıkış yaratmayı denedi.

Kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet ve sömürü her geçen gün daha da artarken neoliberal politikaların saldırgan bir şekilde hayata geçirilmesi düzeninin güçlendirilmesinde en ağır bedeli yine aslında kadınlar ödüyor.

HAYATI GERİ İSTİYORUZ

O halde önce bu karanlıktan çıkışın güzergâhlarını iyi belirlemek gerekiyor. Emeğimizin sömürülmesine, haklarımızın gasbedilmesine, tarikat cemaat ağlarında geleceğimizin yok edilmesine karşılık bizler hayatı geri istiyoruz.

Bugün kadınların verdiği mücadele bir yaşam mücadelesi, evet. Ancak nasıl yaşayacağımızı mücadelemizin biçimi belirleyecek.

Bu yüzden barikatı nereye kuracağımız meselesi, karşı karşıya olduğumuz saldırılarda hangi toplumsal zeminde mücadele edeceğimizi de belirleyecektir. İktidarın her alandan yükselttiği topyekûn saldırılara karşı birleşik bir mücadele hattında örgütlemekten başka yolumuz yok.

Örgütlü bir kötülük iktidarını ancak örgütlü, birleşik bir mücadeleyle aşabiliriz. Elbette sadece bu da yeterli değil. Taleplerimiz bugün bize yönelen saldırıların panzehri olmak durumunda. Bunun için artık kadınlar için yaşamsal talep haline gelen laiklik ısrarından vazgeçmemek gerekiyor. Laiklik bugün yoksullaştırılan, güvencesiz bir geleceğe hapsedilen, parası olmayanın en temel haklarını bile elinden alarak adeta yurttaşlıktan atan bu düzende, tüm toplumsal kesimler için bir can simididir. Bu talep aynı zamanda eşit, özgür, sömürüsüz bir dünya talebidir.

Yenmek zorunda olduğumuz bu düzen, umudumuzu büyüteceğimiz yeni bir hayata başlangıç olacak. Kadınlar, bu karanlığı yenecek olan direnişi ve birikimi, birleşik devrimci ve feminist tahayyülü ile örgütleyecek.