Google Play Store
App Store

Türkiye’de bir zamandır en kolay şey, CHP’yi eleştirmek. Bu, eleştirilecek yanının az olmamasıyla ilgili değil. Bir kere partinin yıllardır süregelen “bir başarısızlık hikayesi”nin öznesi olması, CHP’yi silkelemeye niyetlenenlerin işini kolaylaştırıyor. İkincisi, son 5-6 yıldır tanık olduğumuz üzre, CHP fikriyatının kaynaklarını oluşturan resmi devlet ideolojisinin iktidar merkezlerinden tasfiye edilmesi, dahası iktidarın CHP karşıtı liberal-islamcı ideolojik-politik kesimlerin kontrolüne geçmesi bu partiyi eleştirenler, hatta olur olmaz suçlayanlar için de bir ikbal kapısı yarattı. Devletin resmi kurumu TRT de dahil olmak üzere, iktidardaki AKP-Cemaat koalisyonunun önemli bir bölümünü denetlediği medya, CHP’ye yönelik salvo atışlar için adeta “serbest bölge” ilan edildi. Dikkat edilirse, güce boyun eğmeyi, güçle uzlaşmayı siyaseten sindirmiş, içselleştirmiş eski solcular, bu ülkede olup biten her türlü melanetle CHP’yi ilişkilendirmek için yarış halindedirler. Bunu da sözüm ona demokrasi aşkı ve solun selameti için yaparlar. Eh, süngüsü düşmüş muhalefete girişmek iktidarla cebelleşmekten evladır herhalde, ekmeğini el kapısında arayan için...

Buraya kadar söylediklerimizden CHP’nin eleştiriden masun olduğu sonucu çıkmayacağını söylemeye gerek yok, sanırım. Öyleyse son “yemin krizi”nden yola çıkarak CHP üzerine birkaç hususu dile getirelim.

***

CHP’nin Meclis’i boykot tavrının tutmayacağı gün gibi ortadaydı. Türkiye’nin yeni siyasi rotasında nerede durduklarından şüphe duyulamayacak özel yetkili mahkemeler, milletvekili seçilen Balbay ve Haberal’ı salmadılar. CHP yemin etmeyince, “pardon” deyip salacaklar mıydı? Hayır. Tablo böyle olunca, CHP’nin bugünkü yapısıyla kaldıramayacağı bir yükün altına girdiği belliydi. Bunun en fazla farkında olan kişi de Erdoğan’dı ve “Görürsünüz” dedi, “tükürdüklerini yalayacaklar!”

Ne oldu? CHP yemin etti. Başbakan bir keyiflendi, bir keyiflendi. Ertesi gün Meclis grubunda yaptığı konuşmada ağzı kulaklarındaydı, “ben size demedim mi” der gibi... “Diklendiler ama dik duramadılar” yorumunu yaptı Erdoğan... (Doğrusu bu da tuhaf! Kendi içinde tutarlılığı olmayan bir laf. Yani “dik dursalar” bu daha mı iyi olurdu? Ya da kim için iyi olurdu? Ana muhalefetin ve Kürtlerin olmadığı bir Meclis’te siyasetçilik oynamak Başbakan’ın işine gelir miydi, hakikaten? Laf ola beri gele!) Ama kabul etmek gerekir ki, seçimin ardından yaşanan ilk mevzi savaşını –CHP’nin beceriksizliği ve öngörüsüzlüğü sayesinde-  bir kez daha Erdoğan kazandı.

Peki CHP ne yapmalıydı? Bir kere, halen tutuklu olan seçilmiş milletvekillerinin Meclis’e girebilmelerinin yolu, ancak yeni bir yasal düzenleme ile mümkün olabilir ya da “garanti altına” alınabilirdi. Aynı sorunla –üstelik daha ağır biçimde- malûl BDP de boykota yönelmişken, çok basit, sadece milli iradenin tecellisi temelinde ortak bir tavrın geliştirilmesi çabasına girişilebilir ve sağlam bir mevzi kurulabilirdi. Bu ise –bütün afra tafrasına rağmen Meclis’in bir tiyatro sahnesine dönmesini göze alamayacak AKP için- pazarlık ve mutabakat alanını daraltacak bir hamle olurdu. Düşünsenize, seçimden yeni çıkmış bir Türkiye, Meclis’inde halkın oylarıyla seçildikleri halde ana muhalefet partisi ve Kürtlerin temsilcileri yok! Bu, iktidar partisi için sürdürülebilir bir durum olabilir mi?

Ama CHP, uyduruk bir mutabakat metnine gönül indirip soluğu Meclis kürsüsünde aldı.

**

Yukarda “CHP’nin bugünkü yapısı” dedik...

CHP, ulusalcı/laikçi karakteri demokratlığa galebe çalan ve bu yanıyla her kritik dönemeçte partiyi çelmeleyen bir kesimin hâlâ etkin olduğu bir siyasi yapı hüviyetinde. BDP ile yanyana gelmekten şeytan görmüş gibi kaçmaları da bu yüzden. Bugünün muhalefet zeminine dair bütünüyle çarpık ve modası geçmiş bir siyaset anlayışını temsil eden bu kesimler, üstüne üstlük iktidar histerisi ile –tabii ki parti içi iktidar- her şeyi göze alabilecek tıynette. Nitekim daha yemin krizinin ortaya çıkmasıyla birlikte başta Baykal ve çevresi, bu durumu, -bazı mecburi sebeplerle epeydir uzağında kaldıkları- hizipçilik faaliyeti için fırsat bildiler. Belli ki bu böyle sürüp gidecek. Ulusalcı/laikçi siyasetten nispeten özgürlükçü ve sosyal adaletçi bir hatta dümen kırarak partiyi hareketlendiren, kendi tabanında yeni bir umut dalgası yaratan, oylarını yükselten Kılıçdaroğlu’nun her tökezlemesinde, yatıp bekledikleri pusudan başlarını uzatacaklar.

Hasılı, ‘yeni’ CHP cephesinde yeni bir şey yok.