Yeni mizah anlayışı ve Çakallarla Dans
2010 yılında çekilen ilk filminden bugünlerde yedinci serisine ulaşan ve sinemaseverlerle buluşan Çakallarla Dans, sinemamızda bu denli uzun süren seri olma özelliği ile bir ilke de imza atıyor. Çakallarla Dans’ın her bir serisi dönemin Türkiye’sinin ekonomik ve toplumsal değişimlerini mizahi bir dille beyazperdeye yansıtan başarılı bir örnek olarak değerlendirilebilir.

Emine Uçar İlbuğa - Prof. Dr.
Oğuz Makal 100 Filmde Başlangıcından Günümüze Güldürü (1995) adlı kitabında mizah aracılığı ile “çirkin, aşağı, içi boş, sahte olan acı ve katı bir alayla ya da kahkahayla yıkılır ve böylece gülünç olan ortaya konulur” diye tanımlar ve aslında mizahın sadece güldürmekle kalmayıp, “uyarıcı, hırçın, şımarık, alaycı, kışkırtıcı, yıkıcı karakteriyle her şeyin yolunda olduğu söylenen toplumsal düzene ve gerçek yüzünü değişik maskeler altında gizleyen insana keskin bir bakış fırlattığına” vurgu yapar.
Sinemamızda güldürü sinemasının en önemli figürlerinden olan oyuncu TV ve Sinemadaki Kemal Sunal Güldürüsü (2001) kitabında Kemal Sunal ise; güldürme amaçlı teatral oyunlar, toplumsal taşlama, ciddi ve kahramanlık güldürüleri, romantik, töre ve karakter güldürüleri, abartılı güldürü, içli güldürü, dolantı ve hafif güldürü olmak üzere türlere ayırır. Güldürü sineması dünyada olduğu gibi Türkiye’de de her zaman izleyiciye ulaşabilen ve film pazarı içinde önemli bir yere sahiptir.
Sinemada ilk güldürü filmler Lumière Kardeşler’in Kendi Kendini Sulayan Bahçıvan ise, Türk sinemasında Himmet Ağa İzdivacı (1918) ve Leblebici Horhor (1923) sayılabilir. İlk yıllar Türk güldürü sinemasında Bican Efendi, Cilalı İbo, Kart Horoz, Turist Ömer, Adanalı Tayfur gibi karakterlerin sıradan, lümpen şaklabanlıkları giderek popüler oyuncularla bütünleşen, çoğu zaman stand-up karakterlerin başrolünde yer aldıkları ve Amerikan güldürü sinemasının etkilerini taşıyan kaba ve bolca argo sözcüklere dayanan güldürü türleri yaygınlık kazandı. 2000’li yıllarda komedi türü filmleri nicel olarak arttı ve bu filmler yeni biçim ve içerikleri ile daha çok yerli yersiz küfür, kadın, erkek, çocuk, yaşlı ayrımı yapmadan aşağılamaya dayalı, çocukların dünyasında ilgi uyandıracak, liseli argosundan öte gidemeyen, ancak çelişkiler ve sorunlara fazlasıyla dokunmayan, toplumsal, eleştirel dilden uzak yeni bir mizah anlayışına dayanan bir çizgide ilerledi. Doğal olarak günümüz güldürü filmleri apolitik olması, kaba küfür ve magadanlığı sıradanlaştırması, toplumsal, politik tüm oluşumlardan uzak durarak, belden aşağı esprileri öne çıkarması ve içinde bulunduğu topluma yabancılaştırması bakımından eleştirildi. Bununla birlikte sinemada vizyona giren filmlerin izleyici istatistiklerine bakıldığında en fazla izlenen türün bu filmler olduğu görülüyor. Aslında günümüz güldürü filmlerini geçmiş dönem komedi filmleri ile karşılaştırırken her dönemin toplumsal, siyasal, ekonomik koşullarından bağımsız değerlendirmek doğru değil. Bir dönem Kemal Sunal’ın başrolünde olduğu çoğu film çok fazla argo ve küfür içerdiği gerekçesi ile eleştirildi. Bugünün siyasal atmosferinde çekilen kaba/saba mizaha dayalı, argo ve küfrün bolca kullanıldığı filmlerde belki direkt siyasi, eleştirel bir dil yok ancak bugünün koşullarının bir temsili, bir durum tespiti yaptıkları da bir gerçek.
Örneğin geçmiş ve günümüz komedi filmlerinde mizahi yaklaşımdaki farklılığı Kemal Sunal ve Şahan Gökbakar ile yapılan iki ayrı röportaj örneği üzerinden anlamak mümkün. Şahan Gökbakar, Recep İvedik tiplemesinin çıkışında “aklından en ufak bir toplumsal ayna olma fikri geçmediğini, toplumsal analiz yapmak gibi bir dert taşımaktan ziyade, tamamen eğlence amaçlı çekilen bir skeçten” yola çıkıldığının altını çizerken, Kemal Sunal’a göre; “çok trajik bir olayı mizahla sunmak mümkün.” Sunal’ın sözünü ettiği mizah anlayışında ince bir güldürü var ve daha çok toplumsal olayların, ince bir güldürü ile ele alınması sonucu insanları hem eğlendirmek hem de güldürebilmek önemli. Bununla birlikte dünya ekonomik, siyasal, kültürel olarak değişiyor ve bu değişim değerler, kurumsal ve toplumsal yapılar gibi, insan yaşamına ve ilişkilerine, doğal olarak sanata ve sinemadaki temsillere de yansıyor. Gündelik hayatın kendisi politik ve sinemada ister dram ister güldürü türü olsun içinde yaşanılan dönemin, siyasal, ekonomik, kültürel değişim ve dönüşümünün izlerini taşır. Ve çoğu zaman suya sabuna dokunmadığı düşünülen bir film dahi ideolojik boyutlara sahiptir. Dolayısıyla Recep İvedik serilerine bakıldığında; İvedik karakteri abartılı görünümü ile yalnızca otoriteye karşı gelmemekte, aynı zamanda her önüne gelene saldıran ve tüm kuralları çiğneyebilen, çoğu insanın içinde bulunduğu günlük yaşamda yapmak isteyip de yapamadıkları ve böylece bilinçaltındaki ötekileştirilmelere hitap ediyor. Gökbakar’ın ifadesinin ötesinde; kurumsal bürokrasiler karşısında her gün itilen kakılan, kurallar karşısında ezilen, yasaklar ve yoksulluklar karşısında sınırlanan günümüz insanı için Recep İvedik karakteri sözü edilen tüm tabuları yıkan, müdürle kapıcıya aynı şekilde çemkirebilen, düşüncelerini açıkça ifade edebilen ve herkesi her şekilde aşağılayabilen yapısıyla otoritenin, gücün karşısındaki ötekileştirilmelere de bir yanıt oluyor.
2010 yılında çekilen ilk filminden bugünlerde yedinci serisine ulaşan ve sinemaseverlerle buluşan Çakallarla Dans, sinemamızda bu denli uzun süren seri olma özelliği ile bir ilke de imza atıyor. Çakallarla Dans’ın her bir serisi dönemin Türkiye’sinin ekonomik ve toplumsal değişimlerini mizahi bir dille beyazperdeye yansıtan başarılı bir örnek olarak değerlendirilebilir. Filmin yönetmeni Murat Şeker BirGün gazetesinde (5.12.2024) Işıl Çalışkan’la yaptığı söyleşide; “Çakallarla Dans filminin ilkinden itibaren Türkiye’nin sosyal gerçekliğine gözlerini kapatmadan senaryoyu yazdıklarını ve “ilk filmin (2010) bir sahnesinde bir ekmek bir liraymış, ikinci filmde (2012) bir balıkçı sofrasından 50 lirayla kalkabiliyormuşuz, üçüncü filmde (2014) çok önemli bir ameliyat 70 bin TL’ye mal oluyormuş, altıncı filmde (2022) kahvehanelerde çay 10 lira olmuş ve Çakallarla Dans yedinci filmde artık meselenin çakallarla danstan ziyade zamlarla dans edebilmek olduğuna” vurgu yapıldığını söylüyor. Bu haliyle Çakallarla Dans filmleri üzerinden Türkiye’nin son 14 yılında yaşanan ekonomik sorunlarının bir izdüşümünü görmek mümkün. Çakallarla Dans’ın her bir bölümünde farklı ilgi ve yaşam anlayışına sahip altı yakın arkadaşın bazen para hırsı ile ellerine yüzlerine bulaştırdıkları dolandırıcılık hikâyeleri, cezaevine düşmeleri ve oradan çıkma çabaları, serbest denetim yasası ile özgürlüklerine kavuşmaları ve topluma uyum süreçleri, hazine bulmaları ve radikal değişen yaşamları, yeniden cezaevi ve şartlı tahliye süreçleri, yasakları delişleri, yeni maceralar peşinden koşturmaları, pandemi dönemi ve düştükleri maddi sıkıntıdan kurtulma çabaları, sınırları aşan yolculukları ve güzellik yarışma organizasyonu ile arka planda pırlanta kaçakçılığı yapan mafyanın tuzağına düşmeleri gibi, farklı temalar üzerinden değişen mülkiyet koşulları ile değişen yaşamları, yasalarla ve toplumla çatışmaları, yoksulluk ve zenginlik gibi hayaller ve gerçekler arasında gidip gelen hikâyeleri karakterlerin akıllı/ahmak, kurnaz/saf, açgözlü/tokgözlü, dindar/dindar olmayan ikilemlerinde günümüz Türkiye’sinin popüler ideolojik yapısını ortaya koyuyor.
Sonuç olarak; bu filmlerdeki mizah aslında bizim topluma bakış açımızı da ortaya koyuyor. Zaten filmlerin konularına baktığımızda günümüz toplumsal, kültürel değişimine altı abartılı karakterin maceraları üzerinden ayna tutuluyor.
Ve günü yakalayan mizahi dili nedeniyle 2010 yılında sinemalarda gösterime girdiği ilk serisinden itibaren farklı yıllarda çekilen her bir serinin (2012, 2014, 2016, 2018, 2022) Boxoffice Türkiye (https://boxofficeturkiye.com/karsilastirma/cakallarla-dans-serisi--284 Erişim Tarihi: 6 Aralık 2024)) istatistiklerine bakıldığında her dönem en fazla izleyiciye ulaşan ilk on listesinde yer aldığı görülüyor.