Google Play Store
App Store

AKP-MHP iktidarının ideolojisiyle ve uygulamalarıyla Türk-İslam sentezi olduğu biliniyor.

Ancak DEM Partililerin Abdullah Öcalan görüşmelerinden ve Suriye’deki yönetim değişikliğinden yeni bir sentezin ya da Türkçesi ile “bireşimin” oluşmakta olduğu sonucu çıkıyor.

Ülkenin geleceği yönünden büyük önem taşıyan bu olayın olabildiğince tartışılması gerekiyor.

Bu arada belirtelim. Haftanın başında 36’sı çocuk 78 can kaybı yaşanan  Bolu-Kartalkaya olayının, genel olarak “bilimsellikten”, özel olarak da gıdadan ilaca, her konuda  “kamusal  denetim ve düzenlemenin” yok denecek kadar yetersiz olmasından kaynaklandığı çok açıktır.

BUGÜNLERE GELİRKEN

Son gözaltına almalar ve tutuklamalar, her sabah, bu kadarı da olmaz ki, dedirtiyor.

Oysa yaşanalar yıllardır süregelen bir uygulamanın sonuçlarıdır.

AKP-MHP iktidarını eleştiren ancak onun sentezci ideolojisini görmek istemeyenler, özellikle sağcılar, iktidarın kendi deyimleriyle “bozulmasını” iktidar gücünün bir kişide toplanmasıyla açıklıyor:  “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar”.

Başta CHP olmak üzere kimi muhalefet çevreleri de o ideolojiyi, yıllarca,  “gerçek İslam bu değil” giderek, “gerçek milliyetçilik” bu değil sığlığı ve yetersizliği ile açıkladılar. Dahası CHP, Altılı Masa oluşturarak sağcıları Meclise taşıdı; onların çoğu  şimdilerde iktidarı destekliyor. Bu süreçte “yaşamsal”  olan, Mayıs 2023’ seçimlerinde,  bu köşede bile, üstelik iki kez “E. İmamoğlu’nu aday yapın” çağrısı yapıldı;  duymadılar; “aday” çıkardılar ve iktidara hizmet ettiler.

AKP-MHP iktidarı Mayıs 2023 seçimlerinden sonra ideolojisinin gereklerini, yaşamın her alanında “Türkiye Yüzyılı” uygulamalarıyla çok daha ileri bir aşamaya taşıyor.

Mart 2024 Yerel seçimlerini kaybeden iktidar, o ağır sarsıntıyı da kayyum atamaları  ve giderek yoğunlaşan belediye başkanı tutuklamalarıyla atlatmayı başarıyor.

YENİ DÜZLEM

İktidar,  dış gelişmelerin de katkısıyla ülkeyi yeni bir düzleme taşıyor.

DEM partililerin Öcalan ziyaretleriyle yepyeni bir yaklaşım sergileniyor. Bir taraftan Türkler ve Kürtlerin birlikte   yaşaması  başlığı altında yeni  adımlar atılmak isteniyor. Bununla da yetinilmiyor;  “birlikte yaşama” fotoğrafında  Suriye sığınmacıları ve  geçenlerde uygulamaya konulan Irak’tan 15 yaş altı ve 50 yaş üstü kişilerin ülkemize “vizesiz” girmesi  sonucu oluşan hatırı sayılır bir Arap nüfus da yer alıyor.

Kürtler yalnız Türkiye’de değil, Suriye, Irak ve İran’da da sayıları milyonları bulan Kürtler var. Bu nedenle “Kürtler ne istiyor?” sorusuna somut bir yanıt verilemiyor.

AKP iktidarı,  milliyetçi parti olarak yalnızca MHP ile işbirliği yapıyor: Kendisine  en sert biçimde karşı çıkan diğer milliyetçiler,  Zafer Partisi Başkanı Özdağ’ın tutuklanması ve İYİ Parti’den parçalar koparılmasıyla, baskı altına alınıyor.  Yetmiyor, sanatçılar sorgulanıyor.

Bu gidişin sonu, Cumhuriyet’in tüm değerleriyle birlikte, ulus-devlet yapısından tamamıyla vazgeçilmesi;  yerini ülkenin Türkler, Kürtler ve Araplardan oluşan çok uluslu bir yapıya bırakmasıdır.

Bunu kavramayan ya da kavramak istemeyenlere bir kez daha anlatalım: oluşmakta olan  çok uluslu yapıyı da ortak tarih ya da dil değil, yalnızca Siyasal  İslam  birleştirir;  gündem budur. Vatan mı dediniz? Anlamak için iktidarın Lozan’a bakışını anımsayınız. Siyasetin tepelerinde güneye doğru “etki alanı” genişleyecek bir Türkiye  özlemiyle yanıp tutuşan “şahinlerin”  sayısı az mı sanıyorsunuz? Ancak The Economist’te (22 Ocak)  bir HTŞ yetkilisi,   Arap dünyasının Suriye’nin tümüyle Türkiye etkisine girmesini istemeyeceğini  açıklıyor. Bu konuda da, sonunda,  “ABD’nin dediği olur! CHP Genel Başkanı iktidarın ülke içi uygulamaları için bu bir “savaştır” diyor. Tanı doğru; ancak, yola  “sandık ve barış  hemen şimdi” vurgusuyla çıkılması çok daha doğru olur.  Bugünlerde  Adalet ve Demokrasi haftası bağlamında yurdun her tarafında yaşanan yoğun katılımlı  Uğur Mumcu ve diğer kayıplarımızı anma kararlılığı Kurucumuz “söz konusu vatan ise gerisi teferruattır”  sözleriyle birlikte değerlendirilmelidir.

Gereği yapılmalı; aday, “bir an önce” ilan edilmelidir.

Çıkarılacak aday da çok değil, “hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü; erkler ayrılığı, basın-yayın özgürlüğü; üniversite özerkliği; sendikalar haklar; AB üyeliği ve barış vurgulu, bu özelliğiyle,  iktidarın kurmakta olduğu düzenin tam karşıtı olan somut bir programla yola çıkmalıdır.