Google Play Store
App Store

Altı ay oldu, bu köşede yazmayalı. Umarım, son yazıdaki öneriyi ciddiye alıp Celine okumuşsunuzdur. Hani şu "kesinlikle benden iyi yazdığını" söylediğim adam...

Neyse, bu bir şakaydı, konumuza girelim.

Belki kimileri, "bir süre yazmayacağımı" beyan ettiğim o son yazıdaki gerekçelere ne olduğunu merak edebilir. Ne değişti de yeniden başladım?

(Belki de merak eden yoktur, dahası hatırlayan bile olmayabilir. Olsun, yeniden başlamışken, ilk yazı için -hiç bir şey olmamış gibi, cumhuriyetimizin malum meselelerinden söz etmek sanırım uygun düşmez.)

**

Sürekli yazmak zorunda olduğunuzda, hayatla kurduğunuz her türden ilişkiyi, çaresiz bir yazı nesnesi haline getirdiğinizden, bunun bir tür istismara dönüştüğünden sözet-miştim, ara verirken... Sizi temin ederim ki, değişen bir şey olmayacak! Burada 'istismar' kelimesi belki biraz ağır bir ifade ama, anlıyorum ki, yazı yazmanın başka bir yolu yok. Yine herşeyin (hemen hemen herşeyin) üçbin beşyüz vuruşluk bir yazıya nasıl dönüştürüleceğini düşüneceğim; tıpkı başka yazı yazanlar gibi... Dedim ya, başka yolu yok.

***

Peki yazmadan duramaz mı insan?

Arthur Rimbaud'yu herkes bilir. Şiir'in tarihinde yüklendiği ağırlığa bakıldığında, bütün bir ömrünü bu işe vakfettiği düşünülebilir. Oysa Rimbaud, son şiirini 20 yaşında iken yazmış, bir daha iki dizeyi peşpeşe getirmemiş. En azından bilebildiğimiz kadarıyla... Bunu niçin söylüyorum? "Yazmaya mecburum" denir ya. Daha ziyade kimi büyük yazarlardan duyarız bunu, "yazmadan yapamamak"! Bazıları için doğru da olabilir. Ama dönüp Rimbaud'ya baktığımda... Şiiri, hatta her satırı ancak başa çıkılamaz bir tutkunun ürünüyken... Bir gün öylece bırakıp gitmek. Nereye? Karanlık bir maceranın içine... Silah tacirleriyle düşüp kalkmaktan köle ticaretine kadar her türden tezgâhın döndüğü felaket bir hayatın ortasına... Haliyle insan düşünmeden edemiyor, demek yazmadan da yapılabiliyormuş diye. Rimbaud yaptığına göre... Üstelik konu, bu satırların yazarıysa, değil yazmadan yapamamak, bütün bir ömrünü bir sonraki koşuyu bekleyerek geçirebilir. Evet, sonuç olarak mecbur değilim. Ama bir şey var. Nasıl ifade etsem?

•••

Şu malum adamlar var ya... Çoğu ikiyüzlü, yalancı ve yedi sülalesini ihya etmek için her türlü taklayı atan... Alkış ve tezahürat meraklısı, vasat kalabalıkların omzunda gezmeyi seven... Yoksul halkın çocuklarını dağlara, çöllere sürüp kahramanlık taslayanlar... İki laflarından biri millet, mukaddesat, devlet vb olan, ama bu esnada hem kendileri hem akrabaları hızla zenginleşen adamlar...

Kimi zaman bu adamların, aslında ne kadar rezil şahsiyetler olduklarını anlatmanın keyfini sürmek yabana atılacak bir şey değil, inanın. İnsan bazen sadece bunun için yazmak istiyor.

•••

Ya da... Daha basit nedenler... Sözgelimi, bir kedinin sabırlı bekleyişi. Gecesefalarının altında pusuya yatıp, tek tek her çiçeği yoklayan kelebeği yakalayabilmek için uygun anı bekleyen bir kedi. Yüzünde asimetrik bir maske gibi başlayan siyah tüyleri kuyruğuna kadar uzayıp giden, karnı beyaz, inatçı avcı. İlk hamlenin ardından umutsuzluğa kapılmadan ve gözünü kırpmadan avını izlemeyi sürdüren bir 'katil' hakkında yazmak... Tüm politik yaşamı kişisel hırsının gölgesinde zigzaglarla geçmiş, pek de parlak olmayan şiirler yazmış bir 'devlet adamı' hakkında, sırf öldüğü için methiye düzmekten emin olun daha iyidir, doğanın masalsı mucizelerinden söz etmek. Üstelik daha ilginç.

Evet, kimi zaman da bu kadar basit bir gerekçesi var, yazı yazmanın. Eh, böylece başlamış olduk.