Google Play Store
App Store

31 Mart seçim sonuçlarının ardından 2028’de gerçekleşecek seçimlere değin gözler CHP’nin seçimlerde yakaladığı başarının iktidar yolunu açacak şekilde sürdürülebilmesi ve oy artışına dönüşebilmesi için en önemli ve belirleyici rolü olacağı düşünülen yerel yöneticilere çevrildi. Seçim sonuçları ekonomik koşullar, mevcut iktidar politikalarına bağlı derinleşen yoksullukla birlikte yükselen itiraz ve bıkkınlığa bağlı olarak bir dip dalgayla açıklanıyor. Artan baskıların artık çok daha geniş kesimlerce hissedilir olması, hak ve özgürlüklerin kısıtlanışı, hukuksuzluk ve keyfi uygulamalarla her an herkesin iktidar eleştirisi nedeniyle tutuklandığı, cezalandırıldığı, toplum dışına itildiği, hedef gösterildiği ve sıradan şiddetin artışıyla sokak ve yaşam güvenliğinin tehdit edildiği bir dönemde bu son derece anlaşılır bir durum. Sandığa gitmeyerek tepki gösterenlerin sonuçlara katkısı da azımsanmayacak boyutta. Ancak iktidara gitmeyen oyların ana muhalefet partisine yönelmesini salt konjonktürle açıklamak haksızlık olur. Bu sonuçlarda muhakkak iktidar tarafından hedef gösterilen, hizmetleri engellenen yerel yönetimlerin 2019 seçim sonuçlarının ardından toplum tarafından onay ve takdir gören başarılarının payı büyük. İktidarın özellikle meclis çoğunluğunu elinde bulundurarak elini kolunu bağladığı İstanbul ve Ankara gibi CHP’li belediyelerin çalışmalarını küçümseyerek alay konusu yapacak kadar rahatsızlık duyduğu ve yalanlarla, sahte verilerle çürütmeye çalıştığı, seçim söylemlerine taşıdığı karalamalar güneşin balçıkla sıvanamayacağını, mızrağın da çuvala sığmadığını  gösterdi.

Daha öncede söylendi, söyledik. Şimdi üzerine koyarak ilerleme zamanı. Özellikle on yıllar sonra ilk kez kazanılan yerlerde CHP’ye tanınan fırsatı kalıcı kılmak için bu kez deneyimiyle tercihini tereddütsüz yineleyecek bir seçmen kitlesi yaratmak ve ayrımcılıktan bıkmış olan halkı eşit, adil ve yara saran bir belediyecilik anlayışıyla sarmalamak gerekli. Bunun çok farkında olan iktidarın yeni diyemeyeceğimiz tuzağı belli. Engellemeler, kısıtlamalar ve yaftalamalar devam edecek. Ancak kabul edilebilir ve tepki çekmeyecek yeni yöntemler gerekli. Bir de, gündemi ekonomik çöküşten, çözüm üretilemeyen sorunlardan uzaklaştıracak ve yıllardır sürdürülen kutuplaşmayla %49-51 bandında görünür olan toplumsal yarılmayı güçlendirecek bir konuyla dipsiz bir oyalama ve kavga yaratmak! İşte planın ilk parçası ‘tasarruf tedbir genelgesi’ ile tanımlanan engellemeler, diğer parçası ise masum sokak hayvanlarının itlaf yasası olarak karşımıza geldi. Öyle sanıyorum ki; yandaş basının tv yayınlarında saatlerce başka önemli sorun / konu yokmuşçasına gündemde tuttuğu ve asılsız, kanıtsız kuduz salgını korkusu üzerinden yürüttüğü konunun iyice yerleşen şiddet dalgasının bu kadar hızlı yayılmasına ve çığırından çıkarak yönetilemeyen bir hale evrilmesine sebep olacağını kendileri de öngöremediler. Emine Erdoğan’ın, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın ard arda gelen “yumuşama” mesajlarıyla vicdanlı insanların kendilerine yönelen öfkesini yönetmeye çalışıyorlar. Olan acılar içinde işkencelerle öldürülen hayvanlara oluyor, olmaya devam edecek. Bunca yılın nefret söylemiyle, bireysel silahlanma / şiddet / muhbirlik teşvikiyle,  ‘iktidara hizmet’ uğruna hukuksuz infaz ve cezasızlık ödüllendirmesiyle yaratılan taraftarlık görev başında. Elbette bu vahşilikle de mücadele etmeyi sürdüreceğiz.

Yerel yönetimlerin başarılı uygulamalarla toplumsal bir dönüşüm yaratmasından duyulan korku yeni değil. Yasaklar, mesnetsiz denetimler, saldırılar, iftiralar da öyle. Asıl konuşmamız gereken iktidar tarafı değil bu müdahalelerle nasıl mücadele edileceği, nasıl direnileceği olmalı. Sorunun yanıtı seçimler öncesinden itibaren üzerinde önemle durduğum siyasi ve ideolojik duruşla örgütlü, ortak tutumun bilinç ve pratiğinde saklı. Aday belireme sürecinin parti içi ayrışmalar, kurultay sonuçlarına bağlı ödüllendirmeler, diyet ödemelerden bağımsız tutulmasını ve liyakatin yanı sıra siyasi tutum almaktan çekinmeyecek direniş kültürü, cesaret, kararlılık ve tecrübe gözetilerek yürütülmesini önemli ve özellikle de bu dönem için elzem görüyordum. Çoğu tecrübesiz, genç ve yeni seçilmiş başkanların iyi niyetli ve heyecanlı başladıkları, dört elle sarıldıkları süreçte yanlarında olmak, elimizden gelen katkıyı sunmak ve dayanışma göstermek boynumuzun borcu. Tabii ihtiyacın farkında olmak, kapsayıcı olmak, ayrışarak değil dayanışmayla çoğalarak yönetmek de bir tercih ve bilinç. Buna zemin oluşturmak ve uzun vadede kazanıma dönüşecek başarı için en önemli rol genel başkan ve yöneticilerine düşüyor.

Şimdi biraz somutlaştıralım. 13 Mayıs 2024’te resmi yerel yönetimlere “Kamuda Uygulanacak Tasarruf Tedbirleri Cumhurbaşkanlığı Genelgesi” gönderildi. Ekonominin durumu göz önünde bulundurulduğunda son derece olağan, hatta faydalı görünen tedbirler çoğu borçlu devralınan belediyelerin elini kolunu bağlayacak, özellikle de toplumsal dönüşüm sağlayacak uçlarda hareket alanı bırakmayacak şekilde tasarlanmış. Güvenilir, etkili, uzman ekip oluşturmak için işe alımların önünü tıkayan, acil çözüm bekleyen türlü konuda adım atmak için gerekli kaynak kullanımını olanaksızlaştıran maddelerle denetim yapılacak. Bunlar arasında kurumların temsil, tören, ağırlama, tanıtım ve personel giderleri, enerji ve su alımları, personelin verimini ve emek hakkını almasına ilişkin ek teşvikler, mesai ücretleri ve ayrıntıda gizli pek çok diğer konuyu kapsayan genelgede belirlenen kurallara uymak zorunda bırakılan yerel yönetimler zaten sorunların kaynağı olan iktidarın vesayetinden nasıl çıkacaklar? Merkezi politikaları koşulsuz uygulamak çözüm getirecek mi? Bürokrasiyi Demokles’in kılıcına dönüştüren ve çarkı iktidar lehine döndüren sistem içinde halk lehine yönetmek yerine bürokrasi ve denetim baskısıyla yönetilmek arasındaki ince çizgiyi kimler aşabilecek? Demokrasi savunusu ve demokrasinin kazanımı için yerel yönetimlerin siyasi tutumu belirleyici ve nefes aldırıcı uygulamaları da dönüştürücü olacakken dar alanda kiminle ve nasıl paslaşılacak?

Bu genelgeyle birlikte birçok il ve ilçede kültür faaliyetleri ilk tırpanı yedi. İktidar ya da muhalefet olsun bu ne yazık ki hep böyle olur. Yozlaşmanın, popüler kültürün yaygınlaştığı çağımızda sanat deyince çok amaçlı kültür merkezlerinde sıradanlaşmış ya da şöhretin büyüsüne kapılmış yöneticiler kendi birikimleri kadar kavrarlar. Kültür müdürleri de uygun kadrolardan nakil çalışanlardan oluşur. Etkinliklerin içerikleri ve davet edilenlerin belirlenmesi gibi konulara girmeyeceğim zira hem sıkça görüşlerimi paylaşıyorum hem şimdi işin daha başka bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. İktidarın kendi mahallesine sahip çıktığı kadar biz ideolojik dayanışmaya önem vermediğimiz gibi bunu sağlayacak yani farkındalık ve bilinçlenmeye alan da açmayan etkinliklerle geçiştiriyoruz bu alanı. Sorunu aşmak için özellikle genel merkezden bu genelgeyle başa çıkmayı başkanların inisiyatifi ve kapasitesine bırakmak yerine ön açacak ve karşı duruşu güçlendirecek güven veren bir çıkış, açıklama, yönlendirme bekledim ben.

3 Haziran’da Nazım Hikmet’in ölüm yıldönümünde Dikili’de yıllardır sürdürülen nitelikli buluşma bu genelgeye bağlı olarak iptal edildi. İki konuşmacıyla yapılabilecek bir etkinliğin iptaliyle nasıl bir tasarruf sağlanacak belli değil? Seferihisar’da 14 yıldır gelenekselleşen Yerel Tohum Takas Şenliği de aynı kaderi paylaştı. Ülkenin sağ iktidarlar tarafından her dönem hedef alınan büyük bir şairinin şiiriyle buluşanlar o şiirlerde devrimci bir duruşla tanışır, yaşamı bulur, memleket sevgisi, vicdan ve iyilik duygusuyla kuşanırlar. Belki ilk kez dinleyecekler olacaktı.  Gençler, çocuklar şiirle, edebiyatla, dünya görüşüyle donanacaklardı. Kısıtlandı, engellendi. Atalık tohum meselesi zaten kanayan bir yara. Tohum Takas Şenliği yok edilen tarımın, yerel üretimin, sağlıklı, doğal ve lezzetli gıdanın, çiftçisinin hayat damarıydı, teşvik ve bilinç demekti, ekonomik destek sağlıyordu. Engellendi.

Oysa bu yasaklar AKP belediyelerince kolayca deliniyor. Hatta bir AKP MYK üyesinin danışmanının pudra şekeriyle gündeme oturan açıklamalarıyla AKP’li belediyelerde tüm konser ve etkinlik giderlerinin kaymakamlıklarca karşılanarak belediyelere ek kaynak yaratıldığını da öğrenmiştik. Geçtiğimiz günlerde yeni kazanılan Üsküdar Belediyemiz TÜRGEV ve Ensar gibi vakıflara 49 ve 25 yıllığına ücretsiz verilen üstelik kirası da ödenen 30 taşınmazı geri aldı. İşte örnek bir duruşla gerçek israfla mücadele ve halk yararına kazanım, dönüşüm için güzel bir örnek! Urla’da benzer şekilde Ensar Vakfına verilen hazineye ait sahili, İçmeler’de satışa çıkarılan arazileri gündeme getirmiştim. Sadece belediyeler değil bakanlıklar eliyle kaynaklar hoyratça israf ediliyor. Tasarruf tedbirleri Saray’a değil yerel yönetimlere getiriliyor. Bunu aşmak için kararlılıkla karşı çıkmak ve şeffaf bir yönetim anlayışıyla halkı bilgilendirmek çok önemli.

Yerel yönetimlerin başarıları için özellikle parti üst yönetiminden başlayarak, bahsi geçen ve benzeri genelge ve uygulamalara ilişkin merkezi tutum alma, yönlendirme ve koruyucu teşvikin önemine değinmişken beni çok rahatsız eden bir konuya daha değinmek istiyorum. Bozuk düzeni değiştirmek için mücadele ve dayanışma sadece parti içinde olmaz, olmamalı. Seçimlerin ardından henüz üç ay geçmedi. Yandaş basının zaten haksız ve gerçeği yansıtmayan saldırılarla hedefinde olan belediye başkanlarına özellikle yerelde mevcut düzene muhalif basının türlü sebeple aynı hoyratlıkla her fırsatta yüklenmesini sağlıklı ve doğru bulmuyorum. Örneği yine kendi memleketimden İzmir’den vereyim. Aday belirlenene kadar ve sonra seçime kadar her gün açık taraf olarak İZBB adayını eleştiren bazı yerel basın temsilcilerinin seçimden bu yana olumsuzluk ve başarısızlık avında olduğu konuşuluyor. Özgür Özel’in İzmir ziyareti açıklamalarından tutun, başkanın her konuşmasından cımbızlanmış cümlelerle bütünü görünmez kılan, hatta belediye başkanlarını da karşı karşıya getirecek dedikodu ve yorumlara açık bir karalama kampanyası yürütülmesini iyi niyetli bulmak mümkün değil.

Örnekler İzmir’den ama her yerde benzerleri çok. Başarılarıyla geleceğin iktidar yolunu öreceğini umduğumuz ve çok şey beklediğimiz başkanlar; iktidar baskılarıyla mı, yandaş basınla mı, kendilerinden önce aday gösterilmediği halde işe alım yapan başkanların (en büyük haksızlığı da işçilere yaparak)  bıraktığı yük ve borçlarla mı, tüm bunlara rağmen kendilerini her adımda sınavdan geçiren önyargılarla mı boğuşacak? İlk altı ay ya da bir yılın sonunda çalışmalarıyla değerlendirmemiz gereken yöneticilere alan açmak ve eksikleri tamamlayabilmek, daha iyiyi sağlayabilmek için destek olmak da esas mücadelenin olmazsa olmaz bir parçası değil mi?