Google Play Store
App Store

Sahi, sizce kim gerçekten yerli ve milli? Audi’lerinin siyah filmli camlarından memleketi göremeyenler mi, yok edilmiş bir kamusallığın tam ortasında damacanalarla yangını söndürmeye çalışan yurttaşlar mı?

Yerli ve Milli’ye karşı ötekiyi büyütmek

Dilara İlbuğa Yıldırım - Siyasal İletişim Danışmanı

19 Mart’ta başlayan süreç, her geçen gün yeni bir operasyonla, yeni bir hedef gösterme dalgasıyla büyüyor. Türkiye’nin en köklü mizah dergisi LeMan’da yaşananlar da bu dalganın parçası. Derginin 26 Haziran tarihli sayısında yayımlanan bir karikatür gerekçe gösterilerek, dört çalışan hakkında soruşturma başlatıldı, gözaltılar yaşandı ve tutuklamalar geldi. Yetmedi, LeMan binasının önünde organize edilen şeriat yanlısı protestolarla fiziksel tehdit ve toplumsal linç çağrıları iç içe geçti. LeMan’da yaşananları belirli dinsel hassasiyetler, sansür meselesi ya da sadece ifade özgürlüğü üzerinden açıklayamayız. Burada topyekûn, planlı, kasti bir operasyon ve hedef gösterme var. Arkasında da iktidarın uzun yıllardır sürdürdüğü ve son aylarda arşa çıkardığı “yerli ve milli” tarifine sığmayan herkesi hedef tahtasına oturtma arzusu yer alıyor.

Gezi ile birlikte iktidar ve ortakları, “yerli ve milli muhalefet” inşasına başladılar. Gezi’nin iktidarın hegemonik tahayyülünü sarsan bir toplumsal patlama olması karşısında “yerli ve milli bir muhalefet” ihtiyacı doğdu. Çünkü Gezi, iktidarın alışık olduğu parti, sınıf, ideoloji, kimlik gibi kategorilerin çok üzerinde; kadınların, gençlerin, işçilerin, çevrecilerin, LGBTİ+’ların, sanatçıların, solcuların hep birlikte yan yana olduğu, daha kalabalık daha toplumsal ve daha alışılagelmedik bir direnişti.

İşte “yerli ve milli muhalefet” ihtiyacı tam da bu sarsıntı karşısında doğdu. Gezi’den sonra bu kavramsallaştırma, muhalif kesimlere sadece iktidarın karşısında olup olmadıklarına göre değil, aynı zamanda “yerli ve milli” olup olmadıklarına göre meşru ve gayrimeşru bir form kazandırdı. 2016 yılından sonra ise bu tanımlama artık kurumsallaştı ve söylem yayıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantılarında, “Her şey gibi muhalefetin de yerli ve millisini ülkemize kazandırmak inşallah bize nasip olacaktır”1  ve “Bu ülkenin en büyük açığı demokrasiyi içselleştirmiş, milletin değerleri ile barışmış, yerli ve milli muhalefet açığıdır”2  gibi cümleleriyle bu arzusunu birkaç yıl arayla da tekrarladı. Kavram artık, toplumsal muhalefeti terbiye etmenin; “makbul” ile “cezalandırılacak” olanın; yani “yerli ve milli” ile “ötekileri” ayırmanın ideolojik aracı haline geldi. 3

Gerek ideolojik gerek baskı aygıtları ile sürekli ödüllendirilen yerli ve millilerin karşısına, sabahtan akşama kadar cezalandırılan ötekiler konuldu. İktidarın fikren karşısındaki herkes, bu siyasi retorikte “terörist”, “düşman”, “dış güçlerin maşası”, “vatan haini” oluverdi. Grev yapan bir işçi, kadın cinayetleri hakkında iktidarı eleştiren bir kadın, direnen öğrenciler, Kürtler, Aleviler, 7’den 70’e her yaştan yurttaş “ötekiler” olarak kodlandı ve bedel ödetilecek bir düşman haline getirildi. Üstelik bu “öteki” iktidar açısından öyle konforlu bir yere yerleştirildi ki, ülkede yaşanan her şeyin sorumlusu artık onlardı. Memlekette yoksulluk hiç olmadığı kadar derinleşmişken, sorumlusu yandaş ihalelerle büyüyen sermaye çevreleri değil; muhalif belediyelerde olduğu iddia edilen yolsuzluklar oldu. Gazze’ye bombalar yağarken düşman, İsrail ile ticareti kesmeyenler değil; bunu ortaya çıkaranlar oldu. Açlık sınırı altında yaşayan milyonlar varken, suçlu yanlış ekonomi politikaları değil; market raflarındaki fiyat etiketleri oldu. Kadın cinayetleri rekor kırarken hedef, faillere cezasızlık sunanlar değil; İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlar oldu. Depremin ardından binlerce kişi enkaz altında can verirken sorumlu, imar affı çıkaranlar değil; devletin görevini sorgulayanlar oldu. Tarikat yurtlarında çocuklar istismara uğradığında hedef cemaatler değil; laiklik talep edenlerdi. Barınma krizinde fahiş kira politikalarını tartışmak yerine, sokakta eylem yapan öğrenciler suçlu ilan edildi. Geçinemeyen işçiye verilen yanıt ise çoğu zaman “şükretmeyi öğren” oldu.

Düşmanlaştırılan “öteki”, egemen sınıfı ve onun neden olduklarını görünmez hale getirdi. Bu ötekileştirme hali basit bir siyasal iletişim stratejisi değil, yıllar içerisinde iktidarın egemenliğini meşrulaştırdığı bir aygıt haline geldi. Sistematik olarak sürekli yeniden üretilen “öteki” figürü sayesinde yurttaşlar, içinde yaşadıkları ekonomik çöküşü, adaletsizliği ve siyasal yozlaşmayı doğrudan failinden değil; özenle inşa edilmiş hayalî bir düşmandan bilmeye ikna edildi. Böylece yoksulluğun, adaletsizliğin ve sömürünün sorumluluğu, asıl sorumluların üzerinden alındı. Sınıfsal sömürü, politik sorumsuzluk ve aslında aynı sınıfın farklı yüzleri olduğumuz gerçeği görünmez hale geldi. Ve ötekiler, bu düzenin olmazsa olmazı haline getirildi ki sermayenin, egemen sınıfların ve neoliberal yağma düzeninin yarattıklarının pansumanı yapılsın.

Tam da bu nedenle, LeMan dergisinde yaşananlar, iktidarın kurduğu hegemonyanın sadece doğrudan politika yapan kişiler üzerinde değil, toplumsal hafızayı dirilten, ses çıkaran, eleştiren herkes üzerinde bir kılıç gibi sallandığını bize bir kez daha açık şekilde gösteriyor. Artık bu tehdit, hayatımızın tüm alanlarına yayıldı, tüm deliklere sızarak genişledi. Burada saldırı, makul olmayan her yurttaşa, “yerli ve milli” olmayan her muhalif özneye yani kısacası egemenlerin çizdiği sınırın içinde “oynamayan” herkese dönük ve keyfî. Sınıfsal hafıza, eleştirel düşünce ve kolektif her hareket hedefte.

Memleketin üzerindeki tortu “öteki” söylemiyle örtülemeyecek kadar kabarık. “Yerli ve milli” ile pansumanı yapılamayacak kadar derin yaralara sahibiz. Sahi, sizce kim gerçekten yerli ve milli? Audi’lerinin siyah filmli camlarından memleketi göremeyenler mi, yok edilmiş bir kamusallığın tam ortasında damacanalarla yangını söndürmeye çalışan yurttaşlar mı? Ne diyordu hiçbir zaman “yerli” olamamış Tante Rosa: “"İnsan hiçbir şeylere aldırmamaya bir başladı mı, ne kendi durumunu, ne de bütün durumları, üstünde durulmaya değer bulmadı mı; bu bir kış uykusudur ki hiçbir yaz sökemez...” Bu korkunç kış uykusu en çok “ötekiyi” büyüttüğümüzde sökülecek.