Yirmi yıldır bir yandan kışkırtılmış hasta talebinin altında ezilen, öte yandan özel hastanelerin rekabeti karşısında sürekli olarak sahip olduğu sağlık emek gücünü kaybeden kamu sağlık sitemi sonunda tamamen çöktü.

Yirmi yılın bilançosu: Kamu sağlık sistemi çöktü

Osman ÖZTÜRK

Bundan yirmi yıl önce, 3 Kasım 2002’de iktidara gelen AKP’nin sosyal politika alanında öne çıkan alanlardan biri sağlık oldu. İlk olarak 16 Kasım 2002’deki “Acil Eylem Planı”nda yer alan, daha sonra Haziran 2003’te “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)” adı altında açıklanan sağlık “reformu”nun ana bileşenleri "Planlayıcı ve Denetleyici Bir Sağlık Bakanlığı", "Herkesi Tek Çatı Altında Toplayan Genel Sağlık Sigortası", "Güçlendirilmiş Temel Sağlık Hizmetleri", "İdari ve Mali Özerkliğe Sahip Sağlık İşletmeleri" olarak sıralanmıştı.

Bu süreçte SSK hastaneleri tasfiye edildi, sağlık ocakları kapatılarak aile hekimliği muayenehanelei kuruldu, prim esasına dayalı Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemine geçildi, devlet hastaneleri işletmelere dönüştürüldü, Kamu Özel Ortaklığı Modeli ile “Şehir Hastaneleri” kuruldu, sağlıkta taşeronlaştırma yaygınlaştırıldı, özel sağlık sektörü kamusal kaynaklarla beslenerek büyütüldü, GSS’nin yanı sıra Tamamlayıcı veya Destekleyici Sağlık Sigortası uygulaması başlatıldı.

Neticede bugün itibarıyla yirmi yıl öncekinden çok farklı bir sağlık sistemiyle karşı karşıyayız. Bütün bu dönüşümü bu yazı çerçevesinde ayrıntılı olarak ele almak doğal olarak mümkün değil. Bu nedenle yazıda sadece bu dönüşümün üç temel karakteri üzerinden ele alınacak.

  1. Sağlıkta kışkırtılmış talep

Türkiye’de büyük ölçüde kamu tarafından yürütülmekte olan sağlık hizmetleri her zaman için toplumda büyük şikayetlere neden olmuştur. Bu şikayetler özellikle sağlık için ayrılan kaynakların ve altyapının yetersizliği, hizmet kalitesinin düşüklüğü ve sağlık hizmetine ulaşımda güçlükler etrafında yoğunlaşmıştır. AKP döneminde ise bu tablo değişti.

Aşağıda görüldüğü gibi AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında bir vatandaş yılda 3,1 kez hekime müracaaat ederken 2019 yılında bu sayı 9,8’e çıktı. Bu noktada aynı sayının yaşlı nüfusu Türkiye’den çok daha fazla olan 25 AB ülkesi için ortalama 6,3; 35 OECD ülkesi için ortalama 6,6 olduğuna dikkat çekerek bu değişimin insanların sağlık hizmeti almasını sağlayıp sağlamadığını, kolaylaştırıp kolaylaştırmadığını yazının sonuna bırakalım.

yirmi-yilin-bilancosu-kamu-saglik-sistemi-coktu-1084397-1.

  1. Yeni katkı ve katılım payları

Genel Sağlık Sigortası uygulamalarında dünya örneklerinde de görülen iki önemli sorun vardır. Birincisi adı “genel” olsa da nüfusun tamamını kapsamaması; ikincisi ise kapsadığı nüfusun sağlık harcamalarının tamamını karşılamaması, sigortalıların GSS primi dışında da cepten ödemeler yapmak zorunda kalması. Nitekim Türkiye’de de her ne kadar kağıt üzerinde bütün nüfus sağlık sigortası kapsamında olsa da primini ödeyemeyen on milyon civarında nüfusun GSS’den yararlanamadığı hesaplanmakta. Öte yandan GSS ile birlikte AKP öncesi dönemde olmayan yeni katılım payları getirildi; özel hastanelerde “ilave ücret”ten özel olsun kamu olsun bütün hastanelerde “istisnai sağlık hizmetleri”ne, “reçete bedeli”nden “eşdeğer ilaç farkı”na, hastanede “lüks oda ücreti”nden yataklı tedavilerde de katılım payı düzenlemesine kadar bir dizi yeni katılım payları, ilave ücretler gibi en az on kalemde yeni ödeme zorunluluğu hayatımıza girdi. Nitekim, şimdilerde vatandaşlar bu yeni gelen cepten ödemeleri karşılayabilmek için GSS’nin yanı sıra bir de TSS (Tamalayıcı Sağlık Sigortası) yaptırmak zorunda kalıyorlar.

  1. Özel sağlık sektörün teşviki

Türkiye’de sağlık hizmetleri uzun yıllar boyunca kamu ağırlıklı olarak yürütülmüş, yanı sıra ve ondan bağımsız olarak bir özel sağlık sektörü de her zaman var olmuştu. Bu özel sağlık sektörünün yapısı ise esasen hekim muayenehaneleri, laboratuvarlar, radyoloji merkezleri ve ağırlıklı olarak hekimler tarafından kurulan ve işletilen poliklinikler ve küçük tıp merkezlerinden oluşuyordu. Özel hastaneciliğin asıl büyümesi ve dönüşümü ise AKP’nin “Sağlık Reformu” sürecinde gerçekleşti.

Başta özel hastanelerin sosyal güvenlik sistemi içine alınması ve özel hastanelere “ilave ücret” adı altında hastalardan para almasının serbest bırakılmasıyla birlikte özel hastaneler fırsatı kendi açılarından hızla değerlendirdiler.

Tablo: 2002-2019 Yılları Arasında Hastane ve Yatak Sayıları

Hastane sayısı

Hastane Yatak Sayısı

2002

2019

Artış (%)

2002

2019

Artış (%)

Sağlık Bakanlığı

774

895

15,6

107.394

143.412

33,5

Üniversite

50

68

36,0

26.341

42.925

62,9

Özel

271

575

112,2

12.387

51.167

313,1

Toplam

1.156

1.538

33,0

164.471

237.504

44,4

Kaynak: Sağlık Hizmetleri Müdürlüğü, T. C. Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2019, s.114, Şekil 7.1’den yararlanarak hesaplanmıştır.

Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere 2002-2019 yılları arasında Türkiye’de toplam hastane sayısı % 33; Sağlık Bakanlığı hastaneleri % 15,6, üniversite hastaneleri % 36 artarken özel hastanelerdeki aynı artış % 112,2 olarak gerçekleşti. Aynı yıllarda hastane yatak sayılarındaki artış ise toplamda % 44,4, Sağlık Bakanlığı’nda % 33,5, üniversitelerde % 62,9 iken özel hastanelerde % 313,1 oldu.

Tablo: 2002-2019 Yılları Arasında Ameliyat ve Hastane Müracaat Sayıları

Ameliyat sayısı

Hastane müracaat sayısı

2002

2019

Artış (%)

2002

2019

Artış (%)

Sağlık Bakanlığı

1.072.417

2.796.484

160,8

109.793.128

387.622.848

253,0

Üniversite

307.108

948.936

208,9

8.823.361

46.211.148

423,7

Özel

218.837

1.478.395

575,5

5.697.170

72.699.168

1.176,0

Toplam

1.598.362

5.223.815

226,8

124.313.659

506.503.164

307,4

Kaynak: Sağlık Hizmetleri Müdürlüğü, T. C. Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2019, s.148, Tablo 8.1 ve s.159, Tablo 8.6’dan yararlanarak hesaplanmıştır.

Keza yukarıdaki tabloda yer alan 2002-2019 yılları arasındaki ameliyat sayılarına bakıldığında özel sektördeki artış daha da çarpıcı hale gelmektedir. Toplamda % 226,8, Sağlık Bakanlığı’nda % 160,8, üniversitelerde % 208,9 artan ameliyat sayıları özel hastanelerde ise % 575,5 artmıştır. Özel sağlık sektöründeki en çarpıcı artış ise hastane müracaatlarında gerçekleşmiş; toplamda % 307,4, Sağlık Bakanlığında % 253, üniversitelerde % 423,7 olan artış özel hastanelerde yaklaşık on iki kat, % 1.176 olarak gerçekleşmiştir.

Tabii ki, özel sağlık sektörü AKP dönemindeki bu “muazzam” gelişimini kamu sağlık sistemiyle rekabet ederek, zaten yetersiz olan kamu sağlık kurumlarını gerileterek, başta hekimler olmak üzere çok sayıda sağlık çalışanını kendine çekerek gerçekleştirdi.

Kamu sağlık sistemi çöktü

Yirmi yıldır bir yandan kışkırtılmış hasta talebinin altında ezilen, öte yandan özel hastanelerin rekabeti karşısında sürekli olarak sahip olduğu sağlık emek gücünü kaybeden kamu sağlık sitemi sonunda tamamen çöktü.

Netice ortada: Geçmişteki hastane kuyruklarını bile aratan, günlerce, haftalarca alınamayan hastane randevuları, günde yüz hastaya bakan doktorlar, beş dakikaya sıkıştırılmış muayene süreleri, “randevu dışı hasta randevu”ları, sağlık kurumlarını savaş alanlarına çeviren şiddet görüntüleri.

Bugün artık bir vatandaşın sağlık hizmeti alabilmesinin esas olarak iki yolu var: Ya parasını verip özel hastaneye gitmek ya da acil servisteki “yeşil alan”da muayene olmadan reçete yazdırmak. Bu arada Türkçede “muayene, tedavi etmek” anlamında kullanılan “hasta bakmak” fiili ise şimdilerde artık “hastaya (uzaktan) bakma”ya dönüştü.

Sonuçta AKP’nin sağlık “reformu”nun kremasını hastane patronları sıyırırken, hep birlikte çöken sistemin altında kalan ise hastalar, hekimler, sağlık çalışanları oldu.

Sağlıkçıların yirmi yıldır hastane bahçelerinde, sokaklarda, meydanlarda seslendikleri gibi:

AKP Sağlığa Zararlıdır!