Yoksulluğa dair: Açlar sınıfını duymak
Duygu TANIŞ ZAFEROĞLU
İnsanlık tarihi boyunca, iktidarın ve zenginliğin eşitsiz dağılımı yoluyla beslenen hâkim rejimler insanlar ve toplumlar arası eşitsizliği yaratmış; yeniden üretmişlerdir. Her geçen gün, şanslı bir “azınlık” zenginliklerine zenginlik katarken, onlar kadar “şanslı” olmayan “çoğunluk” sefalet çekmektedir. Bu açıdan, eşitlik ve hatta özgürlük dünya nüfusunun çoğunluğu için bir “rüya” olmaktan öteye gidememektedir. Tarihin bazı dönemlerinde yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal adalet kavramları ve/veya çalışmaları “gözde” araştırma konuları olmuştur. Yoksulluğa ve hatta yoksunluğa dair bir seçki yapmak hem kolay hem de zor. Zira yalnızca ekonomik bir yoksunluk olarak değerlendirmenin yetersiz kalacağı bu sosyal gerçekliği anlamak için yapılan araştırmalar ve yazılan kitaplar, onunla mücadelenin ilk adımı olma sorumluluğunu da üstleniyorlar. Zamanın, coğrafyanın, sosyal ve kültürel koşulların belirlediği yoksulluğa dair sözü olan kitaplar bizim için de Türkiye siyasi tarihinin aynası olarak karşımıza çıkıyorlar.
DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM
1960’larda kırsaldan kente göç süreciyle beraber dönüşen toplumsal yapıyı titizlikle yürütülen alan araştırmalarıyla anlamaya çalışan sosyolog Mübeccel Kıray’ın özellikle yeni göçenlerin yoksulluğuna dair gözlemlerinin de yer aldığı yazılarının bu alandaki yeri çok kıymetlidir. Bu açıdan "Kentleşme Yazıları", "Örgütleşemeyen Kent: İzmir", "Değişen Toplum Yapısı", "Toplumsal Yapı Toplumsal Değişme", "Ereğli; Ağır Sanayiden Önce Bir Sahil Kasabası" gibi kitapları doğrudan yoksulluğa dair araştırmalar olmamakla birlikte, konuyla ilgili söyleyecek sözü olanlar için bir referans olma özelliği taşırlar.
Yıllar içerisinde yoksulluk üzerine söz söyleyenlerin çoğalması elbette ki kapitalizmin eşitsizliği gittikçe derinleştirerek toplumlar içindeki sosyal adaleti kökünden sarsmasıyla doğrudan bağlantılıdır. David Harvey 1973 yılında yayınladığı “Sosyal Adalet ve Şehir” kitabıyla sosyal adalet kavramını zenginlik ve yoksulluğun mekânla ilişkisini sorgulayarak odağına almış ve mekânı da yoksulluk yazının vazgeçilmez bir parçası haline getirdi. 1980 askeri darbesi Türkiye’deki sınıfları ve buna bağlı olarak sınıflar arası eşitsizliği de derinden etkileyerek sonrasında yayınlanacak olan kitapların odağını da kökünden değiştirdi. Bundan sonra yapılan çalışmalarda artık küreselleşme, uluslararası sermaye de bir aktör olarak kritik bir rol üstlendi ve derinleşen yoksulluk artık çok değişik disiplinlerdeki sosyal bilimcilerin radarına girdi. 2001’deki ekonomik krizler yaşanmaya başlandığında gelir adaletsizliği oldukça derinleşti ve yoksulluk artık herkes için görünür hale geldi.
Fikret Şenses’in 2001’de yayınlanan çalışması “Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk” tam da yoksulluğa dair ilginin artma nedenlerini anlamaya çalışarak açılışını yapar. Bu açıdan yoksulluğun dönüşümünü de inceleyerek özellikle 1990 sonrası derinleşen yoksulluk için yeni tanımlamaları ve yeni kavramları tartışmaya açar. Küresel sermaye karşısında savunmasız bir yoksullar sınıfının hayatta kalma mücadelesinin imkânları üzerine yaptığı değerlendirmeler yoksulluk yazını için çok kıymetlidir.
Özellikle Türkiye’deki yoksulluğa dair yazılanlar ve yazılacaklar için bir başka dönüm noktası da Necmi Erdoğan editörlüğünde hazırlanan, yine 2001’de ilk baskısını yapan “Yoksulluk Halleri: Türkiye'de Kent Yoksulluğun Toplumsal Görünümleri”. Birçok değerli alan araştırmasını ve kavramsal çalışmayı içeren bu kitap özellikle madunlara, dışlananlara, hor görülenlere sözü bırakması ve yoksulluğu ve hatta yoksunluğu onların gözünden anlatması açısından gözden kaçırılmaması gereken bir çalışma. Yine aynı yıl yayınlanan ve Oğuz Işık ve M. Melih Pınarcıoğlu’nun Sultanbeyli’de yaptığı alan araştırmasının bulgularına dayanan “Nöbetleşe Yoksulluk: Gecekondulaşma ve Kent Yoksulları: Sultanbeyli Örneği” da kendi içinde dönüşen yoksulluğa uzun soluklu bir süreç olarak yaklaşıp, “nöbetleşe yoksulluk” kavramını tartışmaya açtı.
Yoksulluk tartışmaları yıllar içinde sosyal politikaların yoksullukla mücadeledeki yerinin sorgulanmasını da beraberinde getirdi. Gittikçe pervasızlaşan ve toplumsal eşitsizliği derinleştiren kapitalizmin yara bandı mı yoksa yoksullar için bir can simidi mi olduğu vicdanlı sosyal bilimciler ve araştırmacılar için önemli bir tartışma konusu olarak karşımıza çıktı. 2006’da Ayşe Buğra ve Çağlar Keyder editörlüğünde hazırlanan ve dünyadan çeşitli sosyal bilimcilerin sosyal politikalara dair yazılarını içeren “Sosyal Politika Yazıları” sosyal politika kuramlarının yoksullar için ne anlama geldiğini tartışıyordu. Türkiye özelinde de AKP’nin isimindeki “kalkınma”nın bir illüzyondan ibaret olduğunun anlaşılmasıyla netleşen ve sosyal politikaların hangi amaca hizmet ettiğinin sorgulandığı çalışmalar 2000’lerde popüler hale geldi. Ayşe Buğra’nın 2008’de yayınlanan kitabı “Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika” da sosyal politikaların yoksulluk araştırmalarındaki tarihine odaklanarak toplumsal yapıdaki etkisini tartışmayı amaçlıyordu. Bu kitap özellikle devletin ve değişen devlet aklının yoksula ve yoksulluğa nasıl yaklaştığını sorgulaması açısından da önemli bir çalışma diyebiliriz.
Bahsetmek istediğim son iki kitap oldukça yeni ve gözden kaçırılmaması gerekiyor. İlki Oğuz Işık’ın 2022’de yayınlanan AKP iktidarları döneminde derinleşen yoksulluğa ve sosyal adaletsizliğe odaklanan, uzun soluklu bir dönemi ayrıntılı bir şekilde inceleyen çalışması “Eşitsizlikler Kitabı: 2000’ler Türkiye’sinde Gelir, Tüketim ve Değişim”. Özellikle yoksulluk ve yoksunluk söz konusu olduğunda toplumsal cinsiyetin belirleyici rolüne özel olarak bir bölüm ayırması açısından da oldukça kıymetli bir kitap. Son olarak Necmi Erdoğan’ın 2023 yılında yayınladığı “Kayıp Halk: Günümüzde Yoksulluk Halleri”, 2001’den bu yana yoksulluğun dönüşümünü yine yoksulların gözünden anlatmayı hedeflemesi ve madunlara bir kez daha kendilerini anlatma fırsatı verdiği için yoksulluk çalışmalarında önemli bir yerde duruyor.
Maalesef yoksulluk çalışmaları ve yazını mütevazı bir kitap ekine sığamayacak kadar geniş ve kapsamlı. Adını dahi anmaya fırsat bulamadığımız onlarca sosyal bilimci bu konuda halen düşünmeye ve yazmaya devam ediyor. Sırf daha adil, daha eşit bir dünya için… Antonio Machado’ya selamla; “yolcu yol yoktur, yol yürüdükçe yol olur…”