Afet öncesi yönetiminde, planlamada yoktunuz.

Aymazlığınız, ihmaliniz, aç gözlülüğünüz, doymazlığınız can aldı. Bilimin yerini kader planını aldığında sermaye paylaşımında kader planı yerini zenginlerin gelecek planına bıraktı.

Afet sırasında yoktunuz.

Bu kez cennete gitmek için şart koştuğunuz bütün değerleri bir kenara itip bu dünyayı başkalarına cehennem ederken kendi dünyalığınızı beşten büyük servetlere çevirme hayaliyle hareket ettiniz. Kurumları sattınız, elde kalanını yönetemediniz, zarar ettirdiniz, içlerini boşatıp ceplerinizi doldurdunuz. İşlevsiz paravan kurumlarınız can kurtarmak yerine can aldı.

Afet sonrasında ne yapıyorsunuz?

Koca bölgede bir tane hastane kalmamışken Hindistan’dan gelen yardım ekibinin geri dönmesine neden oldunuz. 11 yıl önce depreme dayanıksız raporu verildiği halde çalıştırılan ve depremde yıkılan İskenderun Devlet Hastanesi’nin olduğu yerde kurulan sahra hastanesini çalıştırtmadınız. Türlü engel çıkarttığınız için 30 yataklı günde 500 ila 600 hasta bakabilen dişçisinden cerrahına kadar her müdahaleyi yapabilen ilaçlarıyla yardım malzemeleriyle gelen 99 kişilik uzman ekip sizin yüzünüzden geri dönmek zorunda kaldı. Sadece bir örnek bu.

Yara sarmıyor depremzedeleri azarlıyorsunuz. Hakaretler yerini tehditlere bırakıyor. “Su yok” diyeni not alıyorsunuz. Su isteyene tevekkül et diyorsunuz. Ölümün soğuk nefesiyle enkazda sıkışmış insanlara salâ dinletiyorsunuz. Onlara öbür dünyanın cennetini vaat ederken kendinize bu dünyanın her nimetini başkalarının hakkından kopararak ve sanki hiç gitmeyecekmişsiniz gibi reva görüyorsunuz. Yardım yapmayı yasaklıyor, iyi insanlardan yağan yardımları bile koordine edemiyorsunuz. Bir ayı aştı hâlâ tuvalet yok. Çadır yok! Çadır yok çadır yok! Olanı da ilk yağmur da sel bastı.

Kolları sıvadınız en iyi hatta tek bildiğiniz işe soyundunuz. İnşaat planları yapıyorsunuz. Hastaneleriniz yıkılmış TOKİ’nin yaptığı afet konutlarının hepsi ayakta diye övünüyorsunuz. Adı üzerinde afet konutu. Bir o kalmıştı yaşatmadığınız. Saçmalamanın sınırı yok. Afet sonrası yaptığı konutun yıkılmamasıyla övünen bir başka afetin ardından yaşananlardan ders almayıp nasıl plansız, nasıl etkisiz, nasıl bilinçsiz kaldığınızdan hiç bahsetmezken yapıyorsunuz bunu. Çünkü o afetin ardından da sadece konut yapmakla yetindiniz. Seçim vaadiniz 1 yılda bir sürü inşaat.

Ama nasıl?

Hangi müteahhitle, hangi kaynakla, hangi denetimle? Hangi şehir planıyla inşaat?! Nereye yapılacak bu konutlar? Kimlere, nasıl teslim edilecek?

Bakan Kurum deprem bilimi profesörlerinin “deprem bölgesinde artçı depremlerin yoğun olduğu bu zaman diliminde inşaatlarda beton dökmek son derece sakıncalı” uyarısını hiç umursamadığı gibi bir de ülkede her yıl binlerce artçı deprem oluyor. Bu depremlerde de inşaatlar yapılıyor. Artçılar devam ederken inşaat yapılmayacaksa hiçbir inşaatın yapılmaması gerekirdiye müthiş bir özgüvenle son derece mantıklı (!) cevap yetiştiriyor.

Kendileriyle sözleşme imzalayan inşaat firmalarına 250 gün süre koymuşlar. O firmaların kimler olduğunu, nasıl ilişkilerle ihaleler alındığını sorgulamaya imkân vermeyecek bir vaat. “1 yıl içinde eviniz olacak” hayaliyle oy toplama stratejisinin neleri ihmal ederek nasıl olacağını sorgulamayı lüks kılan ihtiyaçtan faydalanmak üzere yola çıkmış beylik açıklamalar. Evsiz kalmanıza, kurtulabilecekken haykıra haykıra ölmenize, kurtulduysanız gazete kâğıdında yatmanıza neden olan devlet baba size ev bahşedecek.

Enkaz kaldırırken molozları bölgenin su kaynaklarına, doğal sit alanlarına döküyorsunuz. Mersin Kuş Cennetine, Malatya’nın Mamurek köyüne kayısı bahçelerine yaptığınız gibi. İnsanların köylerini molozlarla kuşatıyorsunuz. Tarım alanlarına, meralarına eğer moloz dökmüyorsanız koruyorsanız inşaat yapmak için. O alanların koruma derecelerini düşürüyor, OHAL KHK’siyle imara açıyorsunuz. Yeni imar barışı planlarınız hazırdı. Elinizde kaldı. O zaman afeti bahane edip yeni imar rantları için yerler yaratalım diyorsunuz. Oysa afet sonrası iklim kriziyle de birleşen kuraklık, kıtlık kapıda. Ayağa kalkmak için üretim gerek. Bölgenin geçim kaynaklarını artırmak, kalkınma için istihdam yaratacak yatırımlar yapmak gerek.

Şimdi dümdüz olmuş kentleri yer bilimcileri, şehir planlamacıları, mimarlar ve mühendisler odalarını yok sayarak yandaş müteahhitlerle yeniden yapmayı vaat ediyorsunuz. İktidarın vekili olmak dışında hiçbir liyakati olmayan birinin kağıtlara kafasına göre karaladığı planlarla yapacaksınız bunu. Deprem bölgesinde ayakta kalan tek binanın denetim yetkisini elinden aldığınız İnşaat Mühendisleri Odası’nın binası olduğunu umursamadan, o fotoğraftan zerre etkilenmeden işe koyulacaksınız.

Kent kurmayı betonarme inşaat zannediyorsunuz ya tarihi, kültür varlıklarını, binlerce yıla dayanmış eserleri de umursamadan kimini yıkıp yerine yepyenisini yaptık diye övünmeyi planlarken kiminin de yok oluşuna sevineceksiniz. Kadım kültürlere ev sahipliği yapmış bölgeyi “cemaat vakıflarıyla” tarihi ve kültürel mirası “ihya etmek” için kolları sıvadınız bile. Hatay Kültürel Mirası da size emanet. Dayattığınız kültürün insanların kökünü, kentini, geçmişini temsil etmeyen baskın kültür olması için ne güzel, nasıl kaçmaz bir fırsat!

Deprem vergisinin, afet sonrası depremzedeler için toplanan paraların hesabını vermeden yandaş müteahhitlerinize koşuyorsunuz hemen. Tabi göstermelik olarak sınır kapılarında yakalayıp şimdilik tutukladıklarınız dışında kalanlarla yaparsınız. Onlara ruhsatı, izini verenleri değil müteahhitleri kovalar onların akrabalarıyla da yenileri için sözleşme imzalarsınız. Çözümü var, çok kolay canım. Nasıl olsa bu ülkenin bakanları “hiçbir afette devletimize mahcup olmadık” diye övünürken devletin kusurunu örtüp mahcup olmaları gereken halkı mağdur ettiklerini itiraf ederken halka umut veriyor.

“Milletimiz müsterih olsun!” Bakanlar devleti mahcup etmiyor hâlâ!