Yoldaş Lenin için

Vijay PRASHAD

Vladimir İlyiç Ulyanov, kısa adıyla Lenin. Kardeşleri gibi kendisi de devrimciydi ve bu Çarlık Rusya’sında hayatının önemli bir kısmını hapiste ve sürgünde geçirmek demekti. Lenin, Rusya Sosyal Demokratik İşçi Partisi’nin inşasında hem entelektüel hem de örgütsel yetenekleriyle yer aldı. Yazdıkları yalnızca kendi cümleleri değildi, yolunun kesiştiği binlerce militanın fikir ve eylemlerinin de özetiydi. Militanların tecrübelerini teorik boyuta geçirebilmek, Lenin’in kendine özgü yeteneğiydi. Macar Marksist György Lukacs’ın onu “proletaryanın kurtuluş mücadelesinin ürettiği Marx’ın dengi tek teorisyen” olarak tanımlamasına şaşmamak gerek.

DEVRİMİ İNŞA ETMEK

1896’da St. Petersburg fabrikalarında kendiliğinden grevler başladığında, sosyalistler hazırlıksız yakalanmıştı. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Yönleri şaşmıştı. Beş yıl sonra, V. İ. Lenin, “devrimciler hem teorilerinde hem eylemlerinde bu kalkışmanın gerisinde kalmışlardı; tüm harekete yön verebilecek, daimi ve sürekli bir örgütlenme kurmakta başarısız olmuşlardı. Lenin bu geç kalmışlığa çare bulmak istiyordu. Çoğu yazısı da bu sezgiyi takip etmiştir. Rusya’da kapitalizmin çelişkilerini ortaya çıkarabilmesi, genişleyen Çarlık Rusya’sında köylünün proleter karakterini anlamasına olanak tanımıştı. Bu tespit temelinde Lenin işçi-köylü ittifakının çarlığı ve kapitalistleri yenebileceğini savundu.

Çarlığın Bolşevikler dışındaki muhalifleri sosyalizm projesine uzaktı. Lenin kitle mücadelesi tecrübesi ve teorik okumaları sebebiyle sosyal demokratların değil köylü ve işçilerin kurtuluşuna gidecek bir hareket, burjuva devrimine önderlik etmekten bile aciz olduklarını anlamıştı. Teorik değerlendirmelerini, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği kitabında geliştirmişti. İki taktik belki de işçilerin ve köylülerin esareti üreten mekanizmalarını yıkarak toplumu sosyalizme ilerletmek için ittifak kurması gerektiği tespiti ile “geri” bir ülkede bile sosyalist devrimin gerekli olduğunu ifade eden ilk büyük Marksist eser sayılabilir.

1896 ve 1905 tarihli bu iki metin, Lenin’in Rus devriminin kapitalist evrenin üzerinden atlaması gerektiği görüşünden de kesinlikle kapitalizm aşamasına geçmesi gerektiği görüşünden de kaçındığını gösteriyor. Her iki yol da ne mümkün ne de gerekliydi. Kapitalizm Rusya’ya çoktan girmişti ve ancak bir işçi-köylü devrimi bunun üstesinden gelebilirdi. 1917 Devrimi ve Sovyet tecrübesi Lenin’i haklı çıkardı.

Liberal elitlerin bir işçi köylü devrimine önderlik edemeyeceğini kanıtlayan Lenin, odağını enternasyonal gelişmelere çevirmişti. İsviçre’de sürgündeyken, Lenin sosyal demokratların 1914’te savaş çığırtkanlığına teslim oluşunu ve işçi sınıfını dünya savaşına gönderişini gördü. Rosa Luxemburg, en az Lenin kadar büyük bir kederle “dünyanın bütün işçileri barış zamanı birleşiyor, savaş zamanı birbirlerinin gırtlağını doğruyorlar” diye yazıyordu.

Sosyal demokratların ihanetine duyduğu öfkeyle dolu olan Lenin, tarihsel bir metin kaleme alarak –Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Seviyesi– kapitalistler ve emperyalistler arasındaki çelişkiler kadar finans kapital ve tekelleşmiş şirketlerin büyüme mantığına dair net bir anlayış geliştirdi. Lenin bu metinde işçi aristokrasisinin sosyalist militanlığın önünde bir engel oluşturduğunu ve bunun da Batıdaki sosyalist hareketleri sınırlandırdığını keşfederken, diğer yandan emperyalizmin zayıf halkası olarak doğuda bir devrim potansiyeli bulunduğuna işaret etti. Lenin’in defterleri, onun emperyalizm konusunda keskin bir anlayış geliştirebilmek için İngilizce, Fransızca, Almanca ve Rusça 148 kitap ve 213 makale okuduğunu gösteriyor. Emperyalizm konusunda bu netlikte değerlendirmeler, Lenin’in ister Çarlık Rusya’sı içerisinde ister Batı imparatorlukları içerisinde olsun, ulusların kendi kaderlerini tayin hakları konusunda güçlü bir pozisyon alabilmesine de imkân verdi. SSCB’nin Komünist Enternasyonal’de geliştirilen antikolonyalist özü buradan gelmektedir.

Lenin’in Marksist gelenek içerisinde geliştirdiği “Emperyalizm” kavramı, kapitalizmin küresel çaptaki eşitsiz gelişimini ve bu eşitsizliğin sürdürülmesi için zor kullanımını ifade eder. Gezegenin belli kısımları –büyük çoğunluğunu sömürge geçmişi olanlar oluşturur– bağımlı durumda kalır ve bağımsız ulusal ilerleme hedefleri yabancı siyasal, ekonomik, toplumsal ve kültürel zincirlerle sınırlanmıştır. Zamanımızda, yeni şartların Leninist emperyalizm teorisini sürdürülemez kıldığını iddia eden yeni teoriler doğmuştur. Örneğin Antonio Negri ve Michael Hardt jeopolitik düşmanlıkların bittiğini, geriye yalnızca Amerikan nizamının egemenliğinin dünya çapında genişleyişinin kaldığını iddia etti. İmparatorluk diye ifade ettikleri buydu. Halkın –çokluğun– yapması gerekenin ise bu nizamın küresel emellerine değil, şartlarına dair karşıtlık üretmeleri gerektiğini önerdiler. Başkaları dünyanın düzleştiğini, artık Küresel Güneyi baskı altında tutan bir Küresel Kuzeyden söz edilemeyeceğini, her iki bölgenin elitlerinin de küresel kapitalist düzende söz sahibi olduğunu iddia ettiler. Karl Kautsky’nin ultra emperyalizm diye isimlendirdiği teori de bunun gibiydi. Lenin, Kautsky ve ultra emperyalizm teorisine ağır eleştirilerde bulunmuş ve Kautsky’nin finans kapital egemenliğinin dünya ekonomisine içkin eşitsizlikleri ve çelişkileri zayıflattığı iddiasına karşın tam aksine güçlendirdiğini belirtmişti. Lenin’in metnindeki unsurlar tabii ki bugün için geçmiş tarihli –yüz yıl önce yazıldı– ve özenli şekilde yeniden düşünülmesi gerekiyor. Fakat teorinin özü ise hâlâ geçerli: kapitalist şirketlerin tekelleşme eğilimleri, finans kapitalin Küresel Güney’in zenginliğini sömürmekteki acımasızlığı ve Güney ülkelerinin ilerleme hedeflerini kontrol altında tutmak için sürdürülen zor kullanımı.

Çevirmen: Kemal Yılmaz