Youtube'un futbol tribünleri: Hakikatin yerine gelen gürültü
Yeni spor medyası fikirleri çoğaltmak yerine bağırışları büyütüyor. İzleyiciler hakikati değil, organize edilmiş yapay coşkuları izliyor

Aziz Yıldırım’ın kızı Yaz Yıldırım’ın bir Youtube kanalında yayına çıkması, yalnızca kişisel bir medya tercihi gibi görülebilir. Ancak bu tercihin işaret ettiği daha büyük ve daha tehlikeli bir tablo var: Türkiye’de dijital medya, lümpenliğin meşru hale geldiği, tarafgirliğin körüklendiği ve çirkin dilin kural haline geldiği bir mecra haline geldi. Kitle iletişim araçlarının dönüşümü, toplumsal tartışma kültürümüzü zenginleştirmek yerine fakirleştirdi. Televizyon stüdyolarının yerini alan Youtube kanalları ve Twitch yayınları, başta bağımsız sesler için bir özgürlük alanı yaratmıştı. Fakat bugün geldiğimiz noktada bu platformlar, eleştirel aklın değil, bağıranın, hakaret edeni en “dürüst” sananların arenasına dönüştü.
Bir zamanlar alternatif medya olarak yola çıkan dijital mecralar, kısa sürede reyting mantığını, kolay etkileşimi ve ucuz popülizmi benimsedi. Futbol üzerinden yürütülen kavgaların, magazinleştirilmiş gündemlerin merkezinde artık bu kanallar var. İzlenme sayısı, ‘like’ oranı ve abonelik uğruna kullanılan dil, toplumu daha da hoyratlaştırıyor. Yaz Yıldırım’ın katıldığı program bunun en tipik örneği oldu. Moderatöründen izleyicisine kadar herkesin rolü, “karşı taraf”a laf yetiştirmek, aşağılamak ve karşıt görüşü bastırmak üzerine kurulu. Oysa fikir tartışmalarının yapıcı olması, soruların merak uyandırması ve izleyicinin zihnini açması beklenir. Ancak ne yazık ki dijital medya, artık fikirden çok tezahürat yapılan bir tribün düzeniyle işliyor.
Bu tribünleşmenin en dikkat çekici yanlarından biri de bot tartışmaları. Youtube yayınlarında özellikle futbolla ilgili içeriklerin binlerce yorum ve izleyici olduğunu görüyoruz. Ancak bu yorumların ve izleyicilerin önemli bir kısmı gerçek izleyiciye değil, organize edilmiş bot hesaplara ait. Yorumlarda yapay bir coşku, sahte bir öfke, organize edilmiş bir alkış görülüyor. Böylece sanki toplumun genel kanaati oymuş gibi bir “algı” yaratılıyor. İnsanlar, gerçek kamuoyunu değil, manipüle edilmiş bir yankı odasını izliyor.
Bot hesaplar, yalnızca tartışmayı kirletmekle kalmıyor, aynı zamanda içerik üreticilerini de teşvik ediyor. Çünkü yüksek etkileşim, algoritmalarda öne çıkmak anlamına geliyor. Yayıncılar da bunu bildikleri için kimi zaman bu yapay destekleri teşvik ediyor, kimi zaman da görmezden geliyor. Sonuçta ortaya çıkan şey, hakikatin değil, manipülasyonun ve yanılsamanın hâkim olduğu bir medya düzeni oluyor.
Dijital medya mecralarının büyük bölümü, en çok tepki çekecek, en çok kışkırtacak başlıkların peşinde. Nitelikli tartışmalar yerine provokatif cümleler öne çıkarılıyor. Böylece lümpenlik, meşru ve hatta ödüllendirilmiş bir dil haline geliyor. İzleyici, düşünmekten çok kavga seyretmeyi tercih ediyor. Kavgadan beslenen bu ortam, toplumsal kutuplaşmayı derinleştiriyor. Türkiye’de spor gazeteciliğinin krizinden sıkça bahsediyoruz ama dijital medyanın krizi en az onun kadar önemli. Çünkü dijital medya artık sadece gençlerin değil, toplumun büyük bir kesiminin ana haber kaynağı. Burada üretilen dil ve kullanılan yöntemler, milyonlara sirayet ediyor, gündelik konuşma kültürünü bile zehirliyor.
Oysa dijital mecralar, hakikati çoğaltmak, özgürce tartışmak ve farklı bakış açılarını buluşturmak için büyük bir fırsattı. Ama bu fırsat, reyting uğruna hoyratça harcandı. Kaba saba uslup, kolay hakaret, fanatikçe taraf tutma “samimiyet” kılıfıyla paketlenip izleyiciye sunuldu. Buna şimdi bir de botların yarattığı yapay kalabalık eklendi. Bugün geldiğimiz yerde, “dijital medya” denildiğinde akla ilk gelen şey üretkenlik ya da bağımsızlık değil; kışkırtıcılık, kutuplaştırma ve lümpenlik. Bu tabloyu değiştirmek ise kolay değil. Çünkü bu düzen, hem içerik üreticisine hem izleyiciye kısa vadede haz veriyor. Ama uzun vadede toplumun düşünme ve tartışma yeteneğini köreltiyor.
Özetle, Yaz Yıldırım’ın yayına çıkması üzerinden açığa çıkan tartışma, aslında bize şunu gösteriyor: Dijital medya, Türkiye’de yalnızca bir mecra değişimi değil, zihniyetin de dönüşümünü ifade ediyor. Ve bu dönüşüm, bizi daha demokratik bir tartışma kültürüne değil, daha sığ, daha gürültülü ve daha hoyrat bir topluma sürüklüyor.


