Google Play Store
App Store

Kabul edelim, haklı olarak gönendik Yozgat mitinginden. Büyük İskender’in bile fethetmeye değer bulmayıp uzağından geçtiği söylenen, ne zaman Anadolu insanıyla ilgili olumsuz bir yargıdan söz edilecek olsa adı geçen şehirde, hem de Cumhuriyet tarihinin en kalabalık mitingini yapabilmek az buz başarı değil.

CHP ve liderliği muhalefet pratiğini her geçen gün geliştiriyor ve toplumla bütünleşiyor. Bir avuç traktör eylemcisinin İmamoğlu’na destek sürüşüne bile tahammül edemeyen kof kibirli iktidar çiftçilere ceza yazınca, önce cezaları üstlendi ve aynı anda da “o zaman ben de miting yaparım Yozgat’ta” özgüveniyle “eylem koydu”. Karşılığını da fazlasıyla aldı.

Kimbilir belki Yozgat da belleğinin kuytularına attığı Celali İsyanları’nı hatırlayarak, üzerine atılan “siyasal islam” toprağını silkelemeye karar verdi. Öyle ya da böyle, Abdullah Ceylan’ın “şalgamınan turpunan” söylemi bir “eylem güzeli” olarak kürsüden dünyaya yayıldı. Kısa sürede yüzlerce görselle dijital evreni salladı ve traktörle birlikte muhalafetin sembollerinden biri haline geldi. RTE’nin söylem egemenliği için araçlaştırdığı “turp dilini”, muhalefet kendi dilinin devrimine dönüştürdü. Her şey çok güzel oldu. 15- 20 traktöre kesilen trafik cezası 1.000 traktörlük konvoya ve onbinlerce katılımlı bir mitinge olanak sağladı.

Yozgat mitinginin kalabalığı, görsellere de yansıyan bir tür “köylü isyanı” görselleri, Özgür Özel- Mao ilişkilendirmelerinin bir “cin fikirli” siyasal propoganda işi olmadığı çok açık. Kendiliğinden gelişen ve her kendiliğinden gelişen isyanın kimlik bulabildiği bir örgüt olduğunda nasıl da coşup taşan bir sele dönüşebildiğinin de somut örneği. Hepimiz ders almalıyız ya da eski derslerimizi hatırlamalıyız. Sadece bu açıdan bile çok çok değerli.

Coşkumuzu hiç azaltmadan, isyan eden çiftçilerin isyan ruhlarının ardındaki ekonomipolitiği de göz ardı etmememiz gerekir. AKP düzeninin hemen hemen bitirdiği tarım alanının bir yansıması var isyanda. Çiftçiler Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemini  yaşıyorlar. “Tarım bitti” sözü sadece tarımsal üretiminin bitmesini imlemiyor. Tarımsal nüfusun da bittiğini söylüyor. Artık, ailenin yarısı kentte ve kapitalist üretim düzenine eklemlenirken diğer yarısının köyde kalarak, birbirlerini karşılıklı idare ettikleri bir düzenin de sonu gelmiş durumda. Eskinin kökü köyde (kırda) işçisinin yerini, köyle hiç bir organik bağı kalmamış, köksüzleşmiş işçiler almış durumda. Kırla bağları yok, kırdan alabildikleri, bazen de kıra verdikleri destekleri kalmamış durumda.

AVM işçisi Beyza, güvencesiz, sendikasız ve ölümüne çalışıyor. Maaşı tek başına bir hayatı idame ettirmesini sağlamaya yetmiyor. Barınma sorunuyla her gün yüz yüze yaşamak zorunda. O işin sağladığı kredi kartı kullanma hakkıyla “sürdürülebilir borçluluk” düzeninde yarını düşünmeye fırsatı bile olmadan günü kurtarmaya bakıyor. Elinde ve ruhunda kalabilen tek “değeri”, tüketilme hakkı”. Üç kuruş da alsa, borç içinde olsa da haracayabildiği sürece “hayatından memnun olduğunu sanarak” yaşamaya çalışıyor. Gelecek belirsizliği insanı önce kaygılandırır ama bir süre sonra tersine bir şekilde “yaşayabilecek kadar yaşayayım, yeter ki istediğim gibi yaşayayım” ilkesine sarılmasına yol açabilir.

AVM işçisi Beyza, çiftçi Abdullah’a bakıp ne olup bittiğini anlamıyor. Belki gülümsüyor, akıllı telefonundaki tik tok videosuna bir an bakıyor, sonra parmağıyla kaydırıyor ve ardından gelen 8 taksitli dudak dolgusu tanıtımına odaklanıyor, o kadar.

Yıllarca kırsaldaki “köylülüğü” eleştirmek dururken köylüyü eleştirenler, şimdi kentteki geleceksizleşmiş, köksüzleşmiş işçi Beyza’yı eleştirmeye de teşneler.

Mesele ne Beyza’nın botoksu ne de Abdullah Ceylan’ın zarar ettiği turpu. Beyza ile Abdullah’ı birleştirebilecek siyasal eylemin yolunu bulmakta. Abdullahların az, Beyzaların çok olduğunu unutmadan devam etmeli...