Yücel düşüncesi
Cuma, 22 Kasım günü Hasan Ali Yücel’i “Yılın Aydını ”olarak Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği ve Osmangazi (Bursa) Belediye’sinin işbirliği ile andık. 1938-1946 yıllarında yedi yıl yedi ay gibi uzunca bir süre Milli Eğitim Bakanlığı yapmış olan Yücel’in çalışmaları “düşünce-eylem” bütünlüğü içinde ele alındı. Şimdiki Milli Eğitim Bakanı’nın yaptıklarına bakınca ikisi arasında “aydınlık ile karanlık” kadar çok büyük bir fark olduğu kolayca anlaşılıyor. Burada Yücel’in biri birini tamamlayan iki büyük eserine, Köy Enstitülerine ve Çeviri Seferberliğine kısaca değiniliyor. Yücel’in bakanlık yıllarında Cumhuriyet çağdaşlaşmasının, uzak ara en büyük atılımı Köy Enstitüleri yaşama geçiriliyor.
O yıllarda ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 80’inin yaşadığı köylerde; çocukların beş yıllık ilköğretimden sonra sınavla girdikleri, 5 yıl süreyle “parasız-yatılı” eğitim aldıkları ve köy öğretmeni oldukları Enstitüler, eğitbilimin önemli akımlarından biri olan “yaparak öğrenme” kuramından esinlenilerek, Bakan Yücel’in İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç tarafından uygulamaya konuldu. Bu kurumlar, laik ve bilimsel eğitim ve buna dayalı üretimle Türkiye’ye özgü, daha doğrusu özgün bir yaklaşımla birleştiriyordu. Kuruluş yerlerine bakıldığında kolayca anlaşılır ki toplam sayıları 21 olan enstitüler ülke üzerinde coğrafi olarak çok dengeli dağılmışlardı; her biri çevrelerindeki illerden öğrenci alıyordu; böylece tüm iller kapsanıyordu. II. Dünya Savaşı’nın yokluk koşullarında çok kısa bir sürede tamamlanan Enstitüler bir başka önemli işlev de görüyordu: nitelikli öğretmenlerin elinde eğitilen köy çocuklarının konuştukları dil yerellikten kurtuluyor, Türkçede birleşiyordu. Eğitimin “karma” olduğu enstitüler, kırsal kesimde büyük ölçüde köy düzeyinde sıkışmış kapalı ekonomik yapıyı kendi içinden ürettiği güç ile dönüştürmeyi amaçlıyordu. Enstitüler bu özellikleriyle, dünyada toplum kalkınması kavramının henüz doğmadığı o yıllarda bu alanda öncü bir girişimdi. Böylece binlerce yılın içine kapalı ve ülkenin kimi Batı illerinde, o da çok sınırlı olan pazar için üretimin dışında kalan temel tüketim gereksinmelerini bile ev üretimiyle karşılayan, yani ekonomik olarak kendi kendine yeterli toplumsal yapının kendi içinden bir atılımla kabuğunu kırması istenmekteydi. Enstitüler, bu yolla yalnız köydeki bireyin üretkenliğini artırarak, özgürleşmesinin değil, asıl, “köyün üretim yapısının içinden değişimini” gerçekleştirmenin özgün” kuruluşlarıydı. Köy Enstitüleri, köydeki ekonomik ve toplumsal yapının var olan tutucu ve yerleşik kalıpların kırılmasını sağlayacaktı. Ekonomik anlamda varsıl- yoksul olmanın yarattığı geleneksel ilişkilerin, bunlar ister cinsiyet bağlantılı, yani, kadın -erkek; ister sömürü oranı yüksek olan ekonomik; istenirse astlık-üstlüğe dayalı kişiye bağımlılık ilişkileri olsun, tümünün çözülmesini gerçekleştirecek etmenleri Enstitü girişimi içinde taşımaktaydı. Bu çok yönlü” bağımlılık ilişkilerinin kırılması, kırsal kesim bireyinin özgürleşmesi anlamına geliyordu. Enstitülerin yaratmakta olduğu bu özgürleşme süreci, yaratacağı bilinçli emek ve girişimci topluluğuyla ekonomik, buradan da toplumsal değişimin ve demokratik bir siyasal yapının temeli olabilecek gizilgücü içinde barındırıyordu. Köy Enstitüleri uygulamasıyla, ekonomik çıkarları, toplumsal konumları ve siyasal güçleri zayıflayan ya da zayıflayacak olan kesimler, II. Dünya Savaşı sonrasında Soğuk Savaş’ın başlamasıyla ABD’nin gücünü de yanlarına alarak enstitüleri önce ilkelerinden uzaklaştırdılar, sonra da kapatılmasını sağladılar, yok ettiler. Ancak gerçekler yok edilemiyor; aydınlanmanın ışığı olan Köy Enstitüleri, sürekli araştırma ve yayına konu oluyor. Eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılması Köy Enstitülerini aranır kılıyor.
ÇEVİRİ SEFERBERLİĞİ
Bakan Yücel’in başarılarından biri de “dünya klasiklerini” dilimize kazandırmasıdır. Çevrilen 494 eserin ”seçimimde izlenen yöntem” kanıtlıyor ki, Cumhuriyet kültürü yalnızca Batıcı değildir; Doğu’yu da içine alır, ancak tam anlamıyla “çağdaşlaşma” amaçlıdır. Türkçeye çevrilmek için seçilen eserlerin “ortak özelliği”, Yücel’in çeviriler için yazdığı kısa, ancak çok anlamlı ve özlü Önsöz’de vurguladığı gibi: “…insana değer veren anlayışla yazılmış; insan aklının dogmalardan kurtulmasını esas alan, kısaca insancıl ya da hümanist nitelikte olmalarıdır”. Türkçenin bilim dili olarak güçlendirilmesine çalışan; sanatın tüm dallarında Doğu-Batı ayırımı yapmadan “kültürel çağdaşlaşmaya” büyük önem veren Yücel, Çankırı hapishanesinde yatmakta olan Nâzım Hikmet’ten Rusçadan çeviriler yapmasını istiyor; o da yapıyor! Ulusal bağımsızlığını Batı’nın emperyalist güçlerine karşı savaşak kazanan Türkiye, Cumhuriyet’in değerlerini yaşama geçirmedeki o büyük çabalarını Yücel’in gerçekleştirdiği Köy Enstitüleri ve Çeviri Seferberliği ile ekonomik ve toplumsal gelişmesini bilimsel eğitim ve kültürle temellendiriyordu. Günümüzde ortalık ne kadar karanlık olursa olsun, bilimin kanıtladığı gibi, Yücel ile en yüksek noktasına ulaşan Cumhuriyet aydınlığı, bu topraklarda da yeniden oluşacaktır.