Seçim sonuçları bize Türkiye’de milliyetçiliğin yükseldiğine dair işaretler verdi. Sözlüklerde milliyetçilik ya da ulusçuluk, basitçe, ulusunun çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı diye tanımlanır. Kayıtsız şartsız bu fikre teslimiyetin bizleri Hitler Almanyası’na götürebileceğini o tanımda göremeyiz. Seçim döneminde milliyetçilik unvanını taşıyan siyasi partilerin söylemlerinde gördüğümüz de daha çok ırkçılığa varan sloganlar ve nefret söylemiydi. Kürtler, sığınmacılar, LGBT bireyler birer nefret öğesi haline getirildi.

Milliyetçilikle memleket sevgisi veya yurtseverlik birbirine benzemez. Yurtseverlik yurdunu tutkuyla sevme işidir ama gerçekçi ve adaletli olmak zorundadır. Ülke dediğin futbol takımı değil ki “en büyük” dediğinde en büyük olsun! Yaşadığı mahalleyi, kenti ve ülkeyi sevmekle, başka ülkelerle kıyaslamak, üstünlük kurmak veya diğerlerini fethetmeyi düşünmek arasında ince ama aşılmaması gereken bir çizgi var.

***

İnsanlığın zihinsel evriminin bir sonraki durağı ise evrenselliktir. Evrensellik savaş ve ırkçılık karşıtıdır. ABD’nin Vietnam işgalinde, ülkesini protesto eden çiçek çocuklardan yana olmamız bu zihinsel evrimin bir sonucudur.

Çevre hareketi evrensellikten beslenir çünkü doğanın sınırları veya pasaportu yok. Bugün Kanada’da yanan ormanlar New York’u duman altında bırakır, kutuplardaki buzullar eridikçe tüm dünyada deniz seviyesi yükselir. Çevre koruma hareketleri bu yüzden milliyetsizdir ama pratik nedenlerden dolayı yaşadığımız yerlerle bağlı ve sınırlıdır. Çünkü işe evimizden başlarız, herkes evinin önünü süpürürse dünyayı kurtaracağını bilir.

Çevre koruma bu üç farklı siyasi kavramı zaman zaman buluşturmuştur. İzninizle bir anımı paylaşayım. Yıl 1995, Mersin’den Akkuyu’ya geri geri yürüyorum, yolun ortalarında çekine çekine yanıma gelen birkaç genç, 18 günlük yürüyüşümü bitirmeyi amaçladığım nükleer karşıtı şenliğe biz de katılabilir miyiz diye bana sormuştu. “Nükleere hayır diyorsanız, elbette” dedim. Ülkü Ocakları temsilcileriydiler. O yıl eyleme kalabalık bir grup halinde geldiler. Birçok farklı grupla birlikte Akkuyu’yu kurtarmak için birlikte yürüdüler. Kimi dünyayı kimi yaşadığı köyü korumaya çalışıyordu. Kutuplaşma bu gibi etkileşimleri de azalttı, dolayısıyla zihinsel evrim sürecini de sekteye uğrattı.

***

İnsanların sağlığını tehdit eden, Türkiye’nin havasını kirleten termik santrallara karşı, iktidarı destekleyen ve kendini milliyetçi diye tanımlayanlardan ciddi bir itiraz duymadık. Memleketin kıyılarının geri döndürülemeyecek şekilde tahrip edilmesine de gerek MHP gerekse AKP içindeki milliyetçiler sessiz kaldı. Orman yangınlarından sonra en çok duyduğumuz, “PKK yaktı” iddiası bile ağaçları sahiplenmekten çok yangınlar üzerinden bildik nefret söylemini tekrar eden bir eylem çağrısıydı aslında.

Türkiye’de nefret etmenin, sevmenin ve sahiplenmenin ötesine geçmesi bu döneme mahsus bir durum değil ne yazık ki. Bergama altın madeni meselesinde ülkenin en değerli tarım arazileri tehlikeli bir madencilik faaliyetine açılırken, bu ülkedeki birçok milliyetçi ve “yurtsever”, köylüleri Alman ajanı yapan hikâyeyi, toprağını siyanüre bulaştırmamak isteyen köylülerin hikayesinden daha çekici bulmuştu. Hatırlayın.

MHP’nin Akkuyu’nun Rus devlet şirketlerine verilmesi, yabancı maden şirketlerinin memlekette toprakları kirletme pahasına madencilik faaliyetlerinde bulunmasına dair itirazları iktidar ortağı olana kadardı. Milliyetçilerin ülkenin topraklarına sahip çıkması için nükleer santralı Suriyeli göçmenlerin işletmesi, Erzincan’da siyanürü toprağa Kanadalı şirketin değil de Kürtlerin sızdırması gerekiyor herhalde.

***

Sahip çıkma ve koruma, bilmekle başlar. Siz denize girdiğiniz sahili korur kirletmezseniz, tatile gelen yabancılar da kirletemez. Kentinizin yanındaki doğal alanları tanırsanız, korumaya da başlarsınız. Ne gariptir ki milliyetçi oyların en yüksek olduğu Karadeniz, madenlerden HES’lere, Karadeniz Sahil Yolu’ndan Yeşil Yol’a kadar onlarca doğa katliamına sahne oldu. Bu kayıplara sessiz kalanlara şimdi biz milliyetçi veya yurtsever diyebilir miyiz? Yurt sevgisi bayrak ve marşlara hapsedilince ülkenin doğasının geldiği bugünkü duruma da şaşırmamak gerek.