Afet bölgesinden gelen son haberler malum. Depreminin açtığı yaralar halen sarılabilmiş değil. Koca şehirler halen enkaz halinde, kayıplarını, cenazelerini dahi bulamayan insanların acısı sürüyor. Şu günlerde bir de fırtınayla cebelleşiyor orada kalanlar. Pek çok kişi yerinden yurdundan olmuş, yaşananların travmasını atlatmaları dahi mümkün değil. Yaklaşan seçimlerin yaratacağı siyasi gündemlerin depremzedeleri unutturmasından haklı olarak korkuyor bazı insanlar. Kimileri mum yakarak hafızayı diri tutmaya çalışıyor bu yüzden.

***

Yoğun gündemi olan muhalefet bocalamalarından sonra Kılıçdaroğlu’nun adaylığında uzlaşmış görünüyor. Akşener’in mezhepçi histerilerinin ardından berraklaşıyor ki cumhurbaşkanının kim olacağından çok kim olmayacağına odaklanmış, “tek adamdan” yılmış bir toplumsal temayül söz konusu olan. Yandaşlar da muhalefeti hedef gösteriyor bu sırada, “afet zamanı kendi siyasi hesaplarıyla uğraşıyorlar” diyorlar. Gelgelelim ne bir muhalif siyasetçi ne de bir muhalif yayın organı depremi gündem etmeksizin hareket ediyor. Aksine, iktidarın yarattığı enkazı kaldırmaktan bahsediyor herkes.

Nihayet HDP’nin de dahil olduğu geniş bir kamuoyu Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyebileceğine dair belirtiler gösterince dikkat edilmesi gereken ilk şey olarak “öfori” açığa çıkıyor. Bu nedenle kaba niceliksel hesaplarla yapılan “kazanıyoruz” tahlillerinin rüzgârıyla unutulmaması gereken şeylerden ilki: Erdoğan’ın seçim sürecinde geniş yetkileriyle yönetimde olacağı. Kamu kaynaklarını kendi propagandası için kullanmaktan, aleyhindeki propagandaları kollukla, baskıyla, devlet organlarıyla engellemekten çekinmeyeceği, referandum öncesinde tecrübe edildiği gibi hiçbir siyasi görgüsüzlükten kaçınmayacağı bir süreç olacak bu.

Öte yandan, Erdoğan hiç olmadığı kadar deprem bölgesiyle meşgul şu günlerde. (Ama toplu konut yapımından, kentin yeniden inşasından filan bahsedilirken yine tarım arazisine beton döken iş makineleri görüntüleniyor. “Aynı tas, aynı hamam” der gibi.) Yandaşlar ise “bakın muhalefet siyasi hesaplar peşindeyken Erdoğan depremle uğraşıyor” mizansenini güçlendirmek için var gücüyle çalışıyor. Anlaşılan kısa vadeli propagandanın ilk ayağı bu olacak.

Gelgelelim çok geçmeksizin Erdoğan’ın bu meşgalesinin esas nedeni de ortaya çıkıyor: Cumhurbaşkanlığının, deprem nedeniyle ikâmetsiz kalan insanların oy kullanmasını kolaylaştıracak bir kararname üzerinde çalıştığı bilgisi geliyor kulislerden. Bu sebepten, önceki geometrik marifetlerini iyi bildiğimiz Erdoğan’ın bu hamlesi çok iyi incelenmeli seçimden evvel. Afet nedeniyle hızla alt üst olmuş pek çok şeyden biri olan demografik değişkenler onun uzmanlık alanı gibi çünkü. Ülkenin idari yapısını dahi kendi seçmen tabanına göre şekillendiren, o kazayı o beldeye, şu mahalleyi bu ilçeye ekleye ekleye, küçücük ihtimalleri dahi kendi lehine çevirerek yol alan, kazanmak için her yola başvuran bir siyasi aktörden söz ediyoruz. (Bu yüzden ırkçılara asla fırsat tanımaksızın sığınmacıların oy kullanması söylentilerine bile gerçekten dikkat vermek gerekecek maalesef.)

Bahçeli ile peşindeki derin devlet çeteleri ise mezhepçiliği henüz aşabilen muhalif histerileri milliyetçilik ve Kürt düşmanlığıyla kaşımak niyetindeler. Bursaspor tribünlerindeki sistemli vahşetin nedeni de bu. Bizim çakmak bile sokamadığımız stadyumlara sapanla girmiş faşistler, Yeşil denen katilin suretini derin devlet işkencesinin sembolü olan beyaz Toros’la süslemişler. Yetmiyor, sahaya dadanıp Amedspor’lu futbolculara saldırıyor, hatta kendi aralarında bulunan Kürtleri bile linç etmeye kalkıyorlar. Elbette ki bunlar tribünde siyaset yapmak olmuyor. Hatta sırf iki slogan atıldı diye maçları seyircisiz oynatan federasyon o maçı tatil etmeyi bile düşünemiyor. Geçen haftalarda “spora siyaset karıştırmayın” diye kuduran Bahçeli de “azmettiriciliğini” ilan eder gibi Bursaspor taraftarını selamlıyor olayların peşi sıra. Ve anlaşılıyor ki Kürt düşmanlığı derin devlet eliyle örgütlenip muhalif kesimlere aksettirilmek istenecek bu süreçte. Bahçeli -milliyetçilikle- bu işi yaparak muhalefet ile Kürt seçmen arasındaki bir yakınlaşmayı engellerken, Erdoğan da -dincilikle- muhafazakâr Kürtlerin oyunun peşine düşecektir. Ve yandaş medya da bu çelişkinin sis perdesini çekmeye çalışacaktır. Ne görürseniz şaşırmayın; icabında eline Kürtçe Kuran alıp sallamış, seçime bir gün kala Öcalan mektupları filan ortaya sermiş sağcı görgüsüzlükten bahsediyoruz burada.

İşte bu celsede muhalefetin bocalama hakkını çoktan harcamış olduğu son sınavına geliyoruz: Muhalefet, iktidar eliyle kaşınan bu milliyetçi histerilere kapılacak mı, yoksa hiç gösteremediği o cesareti bu sefer göstererek yüzünü Kürtlere dönebilecek mi? Bu sorunun yanıtı önemli. Mamafih iktidar taarruzunun ilk ayağı cinsiyetçilikti hatırlarsanız. “Aile elden gidiyor” vesvesesiyle körüklenen LGBTİ+ düşmanlığıyla muhalif cenahın kafasını karıştırmaktı. Akabinde dinci-mezhepçilik kaşınarak “kazanacak aday” tartışmasıyla başka bir gündem yaratıldı. Şimdi de sıra milliyetçilikte.

***

İşte bundan, zaten sırf Erdoğan’a karşı aday olduğu için bile yandaş medya tarafından “terör örgütleriyle, dış güçlerle, vesaireyle” ilişkili gibi gösterilmeye çalışan Kılıçdaroğlu, eğer derin devletin estirdiği milliyetçi refleksi hakiki sanıp da -“hayır dedi dedirtmeyiz” gafletinde olduğu gibi- HDP’ye mesafeli durursa tam da sarayın istediği şeyi yapacaktır. Buna karşın, eğer yaratılan milliyetçi dalgaların yapaylığını idrak edip HDP’nin davetine icap ederse de hiçbir şey kaybetmeyecek, aksine hem kazanacak hem de kullandığı o şık metaforun -Halil İbrahim Sofrası’nın- hakkını vererek yoluna devam edecektir.