Zaman hızlanır siyaset eskir
Ana muhalefet sağa kaydıkça solun halkın taleplerine sahip çıkan politikaları daha da görünür hale gelir, “sağa gidelim” stratejisi bir süre sonra ideolojiye dönüşür, “bizim oylarımızı aldılar” masalının da masal olduğu daha iyi anlaşılır.
Evrenin uzay-zaman içinde küçük, minik bir parçası olan dünyamızda tarih, geçmişten geleceğe sıkıntılar, savaşlar, zorbalıklar içinde ilerliyor. Bu inişli çıkışlı tarihte insanların doğaya karşı zaferler kazandığı, böylece sürekli bir ilerlemenin söz konusu olduğu söylenegelmiştir. İlerlemenin statükonun ayak diremesine karşın gerçek olduğunu kabul edebiliriz ama iyi olduğunu kabul etmekte zorlanıyoruz. Akıllı oldukları varsayılan insanların doğayla kurdukları ilişki, ne yazık ki aradaki ütopik ya da olumlu denemeleri bir yana bırakırsak iyi sonuçlar vermemiştir. Sömürü gibi, doğanın tahribine, insan kırımına, kıyımına dayanan, yok oluşa koşar adım giden, iyiyi kötüye, olumluyu olumsuza çevirebilen, moderniteyi doğal rotasından çeviren felaketlerle boğuşuyoruz.
Bu gidişe dur denilip denilemeyeceğini bilmiyorum. Başarı şansımız ne kadar onu da bilmiyorum. Yine de insandaki iflah olmaz kötülüklerle mücadele etme inadı hep var olduğuna göre neden umutsuz olalım ki? Umudu koruyacaksak akıp giden zaman içindeki yerimizin neresi olduğunu, hayatımızın anlamlı olabilmesi için ne yapmak, nasıl davranmak gerektiğini bilmemiz, bulmamız gerekiyor. Zamanı anlamak istiyorsak anahtar kelimemiz hareket olmalı. Çünkü evrende, evrenin kendisi dahil tek mutlak olan şey harekettir. Hareket etmeyen şey yoktur; taşlar da, dağlar da, denizler de, atom altının ulaşabildiğimiz parçaları da hep hareket eder. Siyasetin özneleri de farkında olsunlar olmasınlar harekete tabidirler.
Bu belki de gereksiz girişten sonra mademki hareketin bin bir hali içinde zamanın akıp gittiğini vurguluyoruz, akıp giden zaman içinde insanoğlunun iyi kötü, umutlu umutsuz faaliyetine siyaset demekte bir sakınca yoktur. Ama unutmamak gerekiyor, zaman hızlıdır ve siyaset çabuk eskir.
***
Bir noktayı daha anlamaya çalışayım da elim kolum bağlanmasın; siyaset, olaylar ya da sürüklenişler, yenilgiler ya da zaferler düz mantıkla, determinist yaklaşımlarla kavranamaz. İzlediğimiz ya da içinde olduğumuz siyaset karmaşık çelişkili gerçekler ve yanılsamalar içerir. Kimi zaman “hem o hem bu nasıl olabiliyor” diye sormaktan kendimizi alamayız.
Günümüzün tehlikeli dünyası da bu nedenle çok yönlü, çok parçalı, çok iddialı siyasetlerin harman yerine dönmüştür. Bakalım, bakmakla yetinmeyip görelim nasıl bir hercümerç, karmaşa içindeyiz? Neler oluyor ve daha neler olabilir? Umutlu olmak için yeterince ipucu var mı ya da umut yaratılabilir mi? Hareketin hızlandığı bir zaman dilimi içindeyiz ve bu süreçte tekrar etmekte yarar var, siyaset önceki yıllara göre daha çabuk eskiyor; kendi doğrultusunda gelişmeyebilir, gelecek kimilerinin umduğu gibi olmayabilir, şimdi yaşadığımız ve TV kanallarında izlediğimiz vahşetin zafer kazanması belki de olanaksızdır. Bakalım siyasetçilerin pek iddialı bir şekilde “tarih yapmaya” soyunduğu bu zamanda kim nerede ne yapıyor, doktrinler nasıl değişiyor ya da kendinde mutlak güç vehmedenler haklı mı?
***
İki büyük savaş ve birçok küçük çatışmanın içindeyiz. Bu durumun bir dünya savaşına evrilip evrilmeyeceği tartışılıyor. Dünyanın jandarması olma doktrinini ısrarla uygulayan ABD, savaşın doğrudan faili olmak iddiasını yitirmiş, onun yerine Ukrayna-Rusya Savaşında NATO, Ortadoğu’da İsrail öne çıkartılmıştır. ABD’nin açık ve silahlı desteği ve Batı ülkelerinin mali desteğine sahip İsrail, Hamas ve Hizbullah’la savaşı derinleştirerek egemenlik alanlarını genişletmeyi, Filistin’i yok etmeyi, Lübnan’ı parçalamayı ve belki Suriye ve Irak’ı uydu ülkeler haline getirmeyi, kuşkusuz ABD ile birlikte bölgeyi yeniden dizayn etmeyi hedefliyor; bunun için sert bir savaşa girişmiş durumda. ABD ve İsrail’in hedeflerinden birisi de İran’ı güçsüzleştirmek, nükleer güç olma iddiasından vazgeçirmektir. Savaşı İran’a doğru genişletmeyi planladığı anlaşılıyor.
Filistin ne yazık ki Arafat’tan sonra demokratik laik bir cumhuriyet olarak gelişme şansını yitirmiş, toprakları işgal edilmiş, fanatik şeriatçı güçlere, Hamas’a teslim olmuş, halk desteğinin yön değiştirdiği bir ülke görüntüsü sergiliyor. İran da Humeyni darbesinden bu yana şeriatçı Şia yönetiminin sürekli hale gelmiş idamlarla muhalefeti bastırmayı başardığı bir ülkedir. Lübnan’da İsrail’le savaşan şeriatçı Hizbullah İran yönetiminin uzantısı konumundadır. Görüldüğü gibi çelişkiler paradokslar savaşın karmaşıklığını anlatıyor ama bir çözüm vadetmiyor. İsrail’in soykırıma dönüşen saldırılarına karşı çıkmak, ama savaşın öteki kutbunun halklara demokrasi insan haklarına saygılı bir rejim vadetmediğini de bilmek gerekiyor. Yine de Hamas’ı, Hizbullah’ı terörist olarak tanımlamak, terör devleti İsrail’i mazur göstermeye çalışan emperyalist ülkelerin tutumuna katılmak olacaktır. Ortadoğu’da demokrasi ve laiklik talep edenlerin önündeki engeller arttı ama tarihin nasıl gelişeceğini, hangi siyasetlerin hızla eskiyeceğini tahmin etmek zordur.
***
Peki, Türkiye’nin durumu nedir bu karmaşa içinde? İktidar İsrail karşıtı bir söylemi ısrarla sürdürüyor. Ama aynı zamanda İsrail’le ticaretin sürdüğü, Azerbaycan’dan İsrail’e petrol sevkiyatına aracılık etmekte olduğu iddiasını da ciddiye almak gerekiyor. Sürekliliği pek mümkün görünmeyen denge politikaları da bir yere kadar; o politikalar da hızla eskiyebilir. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin de şeker renginde olduğu son zamanlarda sık sık dile getiriliyor. Gerçekten de ABD’nin Türkiye Suriye yakınlaşmasını istemediği ABD yetkilileri tarafından açıklandı. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt oluşumuna karşı tutumu ABD’nin bu oluşuma destek verdiği iddiasıyla kapışıyor. Aynı zamanda Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğini söylüyor ama aynı zamanda kuzeyde kendi denetiminde bir bölge fikrini ve pratiğini de canlı tutuyor. Türkiye’nin dış politikasındaki bu pek inandırıcı olmayan ABD ve İsrail karşıtı “değişiklikler” NATO üyeliği ile ve örneğin İsrail’in yeteneklerinden pek güzel yararlandığı belirtilen Kürecik radar üssü ile de uyuşmuyor. Neyle uyuşuyor? İç politikada milliyetçi bir dalganın sırtına binerek yeniden iktidar olmanın yollarını açma hevesiyle uyuşuyor. İç politikada neler oluyor peki? AKP keskin bir dönüş görüntüsü çizme kararı aldığını ve küçük ortağını da normal koşullarda olmayacak bir işe razı ettiğini, yakın geçmişte, “kapatın bu partiyi, paralarına el koyun, belediyelerine kayyım atayın” diyen liderin DEM Parti ile el sıkıştığını gördük. Bu görüntünün gerçekle ilişkisi ve geleceği konusunda henüz bilgi sahibi değiliz.
***
Ana muhalefet partisi de çelişkiler ve paradokslar yumağı içinde “değişimini” tamamlamaya gayret ediyor. Değişimin doğrultusunun partiyi liberal merkez partisi haline getirmek olduğu anlaşılıyor. Mottosu “sağın oylarını almak için sağa gidelim, nazik olalım” politikasının parti tabanının kendini solda tanımlayan bir kesimi ile uyuşmadığını kabul etmek istemiyor partinin lideri. Merkeze doğru hızlı gidişin doğal uzantısı olarak Türkiye İşçi Partisi üzerinden solu küçümsemeye çalışan yeni lider, solun çok anlamlı bir ufku gösteren niceliğini hafife almakla kalmıyor, tüm solun ve gittikçe yükselen toplumsal direnişin sol karakterini, solun niteliksel etkisini anlayamıyor, anlayacağa da benzemiyor.
Ne diyelim, sola kulak vermeyen kendine eder, Ana muhalefet sağa kaydıkça solun halkın taleplerine sahip çıkan politikaları daha da görünür hale gelir, “sağa gidelim” stratejisi bir süre sonra ideolojiye dönüşür, “bizim oylarımızı aldılar” masalının da masal olduğu daha iyi anlaşılır.
***
Başa döneyim; zaman harekettir, sürekliliktir. İnsanlar zamanın hızı karşısında kendilerini var etmek istiyorlarsa siyasetin çabuk eskiyeceğini, bu nedenle statükoya teslim olmayanların kazanacağını hep akıllarında tutmalıdırlar.