Google Play Store
App Store

İktidarın (RTE) son altı aydır yapıp ettiklerini “korkutma- ayıklama- mıntıka temizliği” programı olarak görebiliriz. Programın itici gücü hakkında ise iki ana grupta toplanabilecek yorumlar var. Kimilerine göre çökmek üzere olduğu için panik içinde bütün tuşlara basıyor; kimilerine göre ise son derece iyi planlanmış bir stratejiyi uygulayarak, rejim değişikliği (sivil darbe) sürecini “dertsiz tasasız” sürdürüyor.

İki yorumun farkı iktidarın “gücü ve etkisinin” değerlendirilmesindeki farkta yatıyor. İktidar köşeye sıkışmış ve dağılmak üzere olduğu için mi, yoksa iç ve dış dinamiklerin sağladığı olanaklarla (Allah’ın lütfu) kendisini her zamankinden daha da güçlü hissettiği için mi bu programı yürütüyor? İlki, zayıflayan iktidarın tepkisel (edilgen) davrandığını; ikincisi ise, gücüne güç katmak için istemli- planlı (etkin) bir program yürüttüğünü varsayıyor.

İki farklı siyasi figürün, “politik karakteri” üzerinden düşünmek yararlı olabilir. İlki Trump, ikincisi ise HTŞ lideri, Colani. Trump’ın ilk dönem ve henüz başlayan ikinci dönem başkanlığı arasında ne gibi bir fark var? Trump, aslında “Amerikan demokrasisi ve devlet yapısının işleyişine” inanan biriydi ama ilk döneminde yaşayıp gördükleriyle değişti mi? ilk dönem başkanlığı onu değiştirdi mi?  Yoksa Trump ilk döneminde de şimdiki gibi yönetmek istiyordu ama “sistem” izin vermeyince sistemi kendisine mi uydurmaya karar verdi? Colani, El Kaide’de başlayan siyasal pratiğinde zaman içinde görüşleri değişen biri mi, yoksa ilk baştaki siyasal hedeflerini koruyarak “pragmatik” ve “oportünist” bir siyaset mi uyguluyor?

Bu iki siyasi figür için yanıt vermek kolay. Trump hep aynı Trump, Ahmet Eş-Şara da aslında hala “Colani” diyebiliriz. İkisi de “siyasi emellerini” hiç değiştirmeden stratejilerini ise sürekli değiştirerek siyaset yapıyorlar.

Bu tip “politik karakterlerin” kendilerini güçlü hissettiklerinde hoşgörülü demokratlığa meyil ettikleri, zayıf hissettiklerinde ise tepkisel olarak “otoriter zorbalara” dönüştükleri yanılgısı maalesef çok yaygın. Zorba, güçlü hissedince yumuşayan bir karakter değildir. Tam tersine zayıf hissettiğinde “uzlaşmacı” bir çizgiye hızla çekilen, ikna etmek için her türlü yalanı ardı ardına sıralayabilen, en olmadık, ondan en beklenmedik eylemleri gösterebilen bir karakterdir. Misal, gerçek düşüncesi eşcinselleri öldürmek olan bir zorba, kendisini zayıf hissettiğinde bir eşcinseli kendisine yardımcı olarak görevlendirebilir. Zorba, zayıfladığında ittifaklara açık hale gelir ve her türlü “ödünü” veriyor gibi yapabilir. Ta ki kendisini güçlü hissedene kadar ya da önündeki engeli aşana kadar. Zorbanın tepkisel eylemleri zayıflıktan, panikten değil, “nasıl olur da benim gücüme ikna olmazsın, bana biat etmezsin” öfkesinden kaynaklanır.

Meşhur kahvehane fıkrasında anlatılır zorbanın bu karakteri. Kahvehaneye dalıp, durup dururken nara atıp, “var mı bana yan bakan?” diye insanları sindiren kişidir zorba. Kahvehanedekilerden iri kıyım biri ayağa kalkıp, “var lan!” der ve zorba o kişinin koluna girip tekrar seslenir ya; “var mı abimle bana yan bakan!” diye, işte o kişidir zorba.

Zorba, paniğe kapıldığı için bütün tuşlara basarak strateji üretmez, kendisini o kadar güçlü hisseder ki stratejisinin orta ve uzun vadeli risklerini çok da değerlendirme gereği duymadan bir tür, “aklına eseni estiği gibi” yapar. Bu stratejinin başarıyla uygulanması için çok önemli bir koşul vardır. Zorba oyunu, bildiği sahada oynadığında yener. Bu yüzden de siyasal alanı, siyasetin konusunu hep kendisini en güçlü kılacak şekilde belirlemeye çalışır.

Yaşadığımız süreç bir tür “oksimoron” özellik taşıyor. Politik mücadele hukuk alanına kısıtlanmış durumda. Hukuk sisteminin eylemleri bir yandan hukuksuz olarak nitelenirken, diğer yandan bu eylemlere karşı mücadele yine hukuk temelli eylemlerle, hukuk sistemi içinde sürdürülmeye çalışılıyor. İktidar ise, bile isteye, muhalefetin mücadeleyi hukuka uygun, yasal düzlemde sürdürmesini imkansız kılıyor. Bu yolla da muhalefeti “yasa dışılığa” çıkmaya zorluyor. Muhalefetse bu “tuzağa düşmemek için” muhalefeti neredeyse sadece ve sadece mahkeme salonları içine, itiraz dilekçelerine, hukuki savunmalara indirgemiş halde sürdürmeye çalışıyor. Sanki bir mahkeme, örneğin bir belediye başkanını beraat ettirse ve başkan görevine dönse, iktidar kaybedecekmiş gibi davranıyor. “Tarihte mahkeme salonlarında kazanılmış ya da kaybedilmiş bir iktidar var mı?” sorusunun yanıtı belli değil mi?

İktidar, Gezi dahil, her şeyi mahkeme salonu içine sıkıştırıyor, muhalefet de bu tuzağa düşüp, hukuki alanın sadece mahkeme salonu olduğunu sanıyor. Örneğin sokağa çıkmayı aklına bile getiremiyor. Bu akıl tutulması sokağa çıkmayı hukuk dışına çıkmak, yasadışı mücadeleye savrulmak olarak görüyor.

Oysa sokak en güçlü, en kalabalık ve en şeffaf hukuk alanı olabilir, öyledir de. Üstelik iktidarın sandırdığı, muhalefetin de sandığının aksine sadece meşru değil yasaldır da.