Zorla iyilik mi, iyilikle zorlama mı?
En çok korkanlardan birisi olarak, korkuyla başa çıkmanın yollarından birisinin bodoslama korkunun üzerine gitmek olduğunu, her nasılsa,
En çok korkanlardan birisi olarak, korkuyla başa çıkmanın yollarından birisinin bodoslama korkunun üzerine gitmek olduğunu, her nasılsa, keşfetmiştim H1N1 aşısı kapışması bilimi unutturmasın
Yan sınıfta kaynamakta olan enjektörlerin kokusu burnumuza geldiğinde, sıranın az sonra bize geleceğini anlardık. İlkokul yıllarındaki aşı günleri, korku ve sevinç duygularını bir arada yaşadığımız nadir günlerdendi. En çok korkanlardan birisi olarak, korkuyla başa çıkmanın yollarından birisinin bodoslama korkunun üzerine gitmek olduğunu, her nasılsa, keşfetmiştim. Sol kolumu sıvayıp doğruca aşıyı yapacak görevlinin önüne gidip, sıramı savmak, aşının verdiği korkuyu rahatlamaya ve sevince dönüştürürdüm.
Başbakan’ın Sağlık Bakanı’nı “eleştirisini” dinleyip, sokaktaki adamın kafasındaki karışıklığın tepedeki adamın kafasında da devam ettiğini görünce, korku ve sevinç dolu aşı günleri, çelik kaplarda kaynatılmış enjektörlerin kokusu ile beraber aklıma geldiler.
Korkutucu durumlarla karşılaşanların çoğunun ilk tepkisi “bir şey yokmuş gibi” davranmak olur. Ortadaki durumun abartıldığını ve durumun aslında o kadar da kötü olmadığını düşünmek, ardından da bu söylediğinin geçerliliğini (“abartılmış bir durum”) kanıtsız olarak kabul edip, sonra da geçerliliği belirsiz iddiasının sebebini bulmak korkuyu (ve onu doğuran tehlikeyi) yadsımak, çok korkanların başlıca reflekslerinden birisidir. Bunu sadece başbakan yapmaz; “pandemik influenza” aşısının ilaç tekellerinin vurgun yapması amacıyla ortaya atıldığını söyleyen sosyalist (bilimsel olmayan) ya da domuz yiyenler yüzünden domuz gribi çıktığını öne süren dinci entelektüel, korku duygusu ve onun yol açtığı akıl tutulmasında birleşirler. Her şeyin bir sebebi olması gerektiği düşüncesi bu akıl tutulmasının temel ilkesidir. Bir sonuç varsa, bunun mutlaka bir sebebi (bir başlangıç noktası) olmalıdır. Çocuksu düşünce, başlangıç noktası olmayan bir evrimi kabul edemediği gibi, domuz gribinin de bir sebebi olması gerektiğine inanır. O sebep, hele siyasi bir diklenme havası veriyorsa, daha bir kabul edilesi olur.
Yanlış anlaşılmasın, aşıların doğruluğu ya da yanlışlığı, uygulama biçimlerinin hangisinin üstün ya da etkin olduğu konusunda bir görüş ima etmiyorum. Bu konuda klinik mikrobiyoloji, enfeksiyon hastalıkları gibi bilim dallarından meslekdaşlarımın görüşlerine, onların otoritesine başvurmayı yeterli görüyorum.
Yine de, işimize gelmeyen, bizi rahatsız eden, korkutan durumlarda kullandığımız “yok sayma” (ya da başkası söylediğinde küçümsenen “teğet geçme”) düşünce refleksinin, gaflet ve basiret bağlanması (akıl tutulması) durumlarının ana mekanizması olduğunu hatırlatmak isterim.
Tabii ki, otoritelere karşı duyduğumuz güvensizliği ciddiye almak, otoritelerin ne yapıp da bu güven kaybına bizzat yol açtıklarını ayrıca düşünmek gerek. Ama bu aşı ya da deprem ya da benzeri bilimsel yaklaşım gerektiren alanlarda, otoriteler bir çoğumuza inandırıcı gelmedikçe, “alternatif”, ama bilimsel kisveyi de elden bırakmayan prof ya da Dr ünvanlı otoriteler türeyiveriyor. Sokaktaki adamla tepedeki adam, sosyalist ile dinci bilimsizlikte birleşebiliyor; düzeni sorgulama ya da muhalif olma dürtülerini rasgele hedeflere yöneltip boşa harcıyorlar. Bambaşka yerlerden sızıp gelen kuşku ve güvensizlik, kaynaklarıyla ilgisiz alanlara yayılıyor.
Yazının devamı için: www.birgun.net