Hrant Dink’i yitirişimizin 15. yıldönümünde Ümit Kıvanç’ın yaptığı “Hafıza Yetersiz” belgeseli ve Atilla Dorsay’ın “Irkçılığı Gördüm Tanıyorum” kitabından yola çıkarak, ırkçılığın dünü ve bugünü üstüne…

Irkçılık denizinde yaralı bir gemi gibi

“Kardeşlerim / Bakmayın sarı saçlı olduğuma / ben Asyalıyım / bakmayın mavi gözlü olduğuma / ben Afrikalıyım” diyen Nâzım Hikmet’in 120. doğum gününü kutladık dün. Ona bir selam göndererek başlamak istedim yazıma. Ama, bugünkü yazımın konusu ırkçılık olacak…


Hrant Dink’i anıyoruz bu günlerde, ‘faili meçhul olmayan’ bir cinayete kurban gitmesinin yıldönümünde. Dün, Dur-De platformunun düzenlediği anma etkinliklerinden birinde, CRR’de gösterilen belgeseli izledim YouTube’da. Çevrimiçi düzenlenen panel ise henüz başlamamıştı bu satırları yazarken. 19 Ocak’ta da, Hrant’ın öldürüldüğü mekânda, Agos’un o günlerdeki binasının önünde bir anma düzenlenecek. Onu da uzaktan, çevrimiçi izleyebileceğiz.
Bugün, ırkçılık üstüne yazmamın birden çok nedeni var. İstanbul Büyükşehir Belediyesi çalışanı bir genç kadın, sosyal medyada Halepçe katliamı üstüne attığı bir twitte ‘soykırım’ sözcüğü geçtiği için, ailesinde bir tarafın Ermeni olduğunu söyleyen bir gazete tarafından hedef gösterildi, bir Noel ayinindeki fotoğrafı kullanılarak… İBŞB’nin İnanç masasında görevli Fatma Yavuz, ”Ben bin yıllık medeniyetin mirasçısı olan bir coğrafyanın evladıyım. Sadece kendi inancına değil, bütün inançlara saygı göstermenin, sevinçlerini, üzüntülerini paylaşmanın medeniyetin asgari gereği olduğunu bilecek görgüye sahibim”.
Irkçılık, artık gündelik gerçeğimizin bir parçası. Büyük kentlerimizdeki göçmenlerin sayısı her geçen gün biraz daha artıyor. Suriyeliler, Afganlar, Afrikalılar artık komşularımız… Kendi insanımız yaptığında önemsenmeyen bazı davranışlar, göçmenler tarafından yapılınca dikkatleri üzerine çekiyor. Farklı kentlerimizde, sığınmacılara yönelik saldırılar birbirini izliyor. Arap düşmanlığı geniş kitleler içinde yaygınlaşıyor. Irkçılıkla uzak yakın bir ilgisi olmayan aydınlar arasında bile, ‘ırkçı’ söylemleri kullananlar çıkabiliyor. Kürt düşmanlığını, yalnızca faşizme meyilli kitlelerde değil, aydın olduğunu düşünen okumuş yazmış insanlarımız arasında da görebiliyoruz.

Azınlıklara yaptığımız bunca zulüm yetmezmiş gibi, hâlâ kin kusmaktan geri durmayan vatandaşlarımız var. Konya’da, belediyenin otobüs duraklarına asılmış bir afişin fotoğrafı sosyal medyada yankılanalı daha bir-iki yıl oldu. HDP milletvekili Garo Paylan’ın Meclis gündemine getirdiği afişte aynen şunlar yazılıydı: “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları DOST edinirse, o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunudoğru yola eriştirmez. (Maide suresi: 51. ayet). Paylan, sorularına yanıt alabildi mi, hiç sanmam.

HAFIZA YETERSİZ

Bu hafta Hrant Dink’i anarken, ırkçılığın dünyada ve ülkemizde açtığı yaraları anımsamakta yarar var. Sevgili Hrant, insanımızdaki ırkçı damarın iyileşmesi için ‘yüzleşme’nin gereğini vurgularken, “hayatlarımızın siyah-beyaz’dan ibaret olmadığını, başka renklerin de var olduğunu biliyorum” diyordu. Travmalarını atlatamayan Ermenilerin ve paranoyalarından kurtulamayan Türklerin birbirinin doktoru olması gerektiğine, ancak birlikte iyileşebileceğimize inanıyordu.
Değerli yazar ve belgeselci Ümit Kıvanç, Hrank Dink Vakfı adına yaptığı “Hafıza Yetersiz” adlı filminde Hrant Dink’i kendi sözcükleriyle anlatıyor. Filmi izlerken, keşke bütün Türkler bu filmi izleyebilse diye düşündüm. Hrant’ın deyişiyle “yeri geldiğinde Türküm dedirten, yeri geldiğinde Ermeni dölü diyen” ülkemin insanları… Ermeniliği ile olduğu kadar, Türkiyeli olmakla da övünen Hrant Dink’in duygu ve düşünce dünyasını bütün nüanslarıyla yansıtabilen bir film “Hafıza Yetersiz”. Hrant’ın sözcüklerinin çağrıştırdığı doğa ve insan manzaralarını, siyah beyazı ve rengi ustalıkla değerlendiriyor Kıvanç. Filmin bir sekansında Hrant Dink’in arkasındaki bilgisayarda “Memory is too low for Word” (Word programını açmaya hafıza yok) yazıyor. Kıvanç, buradan esinlenerek koymuş belgeselin adını. “Hrant Dink’in sözünü dinleyebilmek için bir hafızaya ihtiyaç var ama bizim yaptığımız o hafızayı kapatmak” diyor bir söyleşisinde. Yaratıcı belgesel kavramının ne olduğunu, belge filmden farkını öğrenmek isteyenler mutlak izlemeli Ümit Kıvanç’ın bu yapıtını. Eminim, daha sonra Kıvanç’ın öteki belgesellerine de göz atmak ihtiyacını duyacaklardır; “Ağlama Anne Güzel Yerdeyim”, “16 Ton”, “Uçurtmam Tellere Takıldı”, “Şarkılarla Geçtim Aranızdan - Kazım için Bir Film”, “Naze”, “Kızlar ve Kökler”, “Bitti Derken Başladı”.

Bu ülkede bir zamanlar 3 milyon Ermeni’nin yaşadığını, Cumhuriyet’e geçerken 300.000 kişi kaldığını anlatıyor Hrant Dink. 1936’dan sonra azınlıkların mülk edinmesinin yasaklandığını, yüzyıllardır Türklerle barış içinde yaşamış Ermenilerin ve diğer azınlıkların ülkenin ‘milli güvenlik sorunu’ olarak değerlendirilmesinin, Ermeni toplumunu içine kapanmaya ittiğini, Agos’u Ermeni toplumunu bu konumdan kurtarmak amacıyla kurduklarını anlatıyor.

Mütekabiliyet yasasını ‘bölücülük’ olarak nitelendiriyor ve “Ya terörden ya da güçlüden yana olmak zorunda mıyız?” diye soruyor Hrant; uygarlıklar çatışması kavramını reddediyor, “ille de barış” ve “demokratikleşme” diyor.

IRKÇILIĞI GÖRDÜM TANIYORUM

Sevgili dostum, meslektaşım Atilla Dorsay’ın “Irkçılığı Gördüm Tanıyorum” adlı kitabının tam da bu günlerde -Varlık Yayınları’ndan- çıkması güzel bir rastlantı. Dorsay’ın, 1995’ten 2021’e uzanan bir süreçte ırkçılık teması etrafında yazdıklarını topladığı kitap, tarihimizin acı olaylarını anımsatırken, günümüze bir çağrı niteliği taşıyor. Faşizmin dünyanın başına açtığı belaları, 1942 yılında konulan Varlık Vergisi’ni ödeyemeyen azınlık mensuplarının -Ermeni ve Yahudilerin- sürüldükleri Aşkale çalışma kampındaki zulmü, ‘mübadele faciası’nı, 6-7 Eylül olaylarını yaşayan bir toplumun bunlardan ders çıkartmamasına tepkisini dile getiriyor Dorsay. “6-7 Eylül olayları için resmi düzeyde bir özür dilense ve bu özrü küçük bir yontucukla filan simgeleştirse… çok mu zor?” diye soruyor, Ruhban okulunun bir türlü açılmamasından yakınıyor…

Ülkemizdeki ‘bayrak fetişizmi’ni cesaretle eleştiren Dorsay, “Tek millet, tek devlet, tek vatan, tek bayrak edebiyatı aldı başını gidiyor” diyor ve ekliyor “Asıl tehlike, bu mülkiyetçi söylemin aslında koyu bir ırk ve etnik köken bağnazlığını saklaması”. 2007’deki bir yazısında “Bizden farklı olan, bizden olmayan herkese ve her şeye düşman, ilkel bir zihniyet bu. Üst üste işlenen rahip cinayetlerini, mahkemelerden yükselen korkunç beyanları, ‘öteki’ sayılanlar üzerine yağan tehditleri duymuyor musunuz? Yüzyıllar boyu, onca halkın ve inancın barış içinde birlikte yaşadığı bu topraklarda, yeni ve azgın bir ırkçılığın temelleri atılıyor” diyor. Katılmamak elde mi?

Atilla’nın yazılarını her zaman samimi bulmuşumdur. Milliyetçi olduğunu birkaç yazısında özellikle vurgular, ama bağnaz değildir. Fikir değiştirdiğinde, bunu açıkça söylemekten kaçınmaz. Nitekim AKP’yi ve liderlerini övdüğü yazıları da kitabına almıştır. “Devlet parasıyla millete sövdürmem” diyen bir Kültür Bakanına “Devlet onaylı bir sanata mı geri döneceğiz?” diye sormaktan geri durmamıştır. Kendisine yakın gördüğü insanları da eleştirmekten kaçınmamıştır. Ünlü Boşnak yönetmen Emir Kusturica’nın Antalya Festivali’nde kullandığı bazı sözcükler nedeniyle Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve yönetmen Semih Kaplanoğlu tarafından çok sert biçimde eleştirilmesi ve ülkemizi terk etmek zorunda bırakılması karşısında tepkisini dile getirmekten geri durmaz; Kusturica’nın sözlerine katılmamasına karşın.

Bazı yazılarında yurtdışında tanıştığı ünlü sanatçılara ilişkin anılarına yer verir Dorsay. Charles Aznavur’la görüşmelerinde onun katı bir ‘Ermeni milliyetçisi’ olmadığını, Türkiye için olumlu düşüncelere sahip olduğunu, Türkiye hükümetinden bir çağrı gelirse Ermenistan’la ülkemiz arasında aracılık yapabileceğini söyler, ama elbette yetkililerden bu yönde bir talep gelmez… Türkiye kökenli Marsilyalı Ermeni yönetmen Robert Guédiguian’ın “Bir Deli Hikâyesi” ve Bernard-Henri Levy’nin “Peşmerge” filmleri dar milliyetçi kalıpların ötesinde bir anlayışla eleştirir Atilla. HDP’nin ‘sanatçı Başkan’ı Selahattin Demirtaş hakkında da övücü sözcükler kullanır.

Atilla, kitabında ’Sinemada siyahlar’ konusunda yazdığı bir yazıya da yer vermiş. Amerikan sinemasının -yıllar içinde değişen- siyahlara bakışına ilişkin örnekler veriyor. Bu konuya da değinmek istiyordum bu hafta ama yerimin sınırları el vermiyor. Güncel bir sorunla karşılaşmazsak, haftaya sinemada ırkçılık konusuna değinme vaadiyle bitireyim yazımı. Siz de bu arada Atilla Dorsay’ın kitabını okumayı, Ümit Kıvanç’ın belgeselini izlemeyi ihmal etmezsiniz herhalde.