Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Ülkemizde büyük bir yıkıma ve binlerce insanın ölümüne yol açan Kahramanmaraş merkezli depremin birinci yılında acılarımız yeniden tazelendi. Aradan koca bir yıl geçmiş olmasına karşın deprem bölgesindeki halkın yaşamında hiçbir olumlu değişiklik olmamış. Hatta Hatay gibi muhalif kimliği ile bilinen yerleşim yerlerinde durum daha da ağırlaşmış. Çünkü devletin yardım eli oralara hiç uzanmamış. Bu durumu AKP’li Cumhurbaşkanı da itiraf ediyor zaten. “Merkezle el ele vermez, uyum içinde olmazsanız bizden hizmet alamazsınız” dedi Hataylı depremzedelere… 

***

Halk TV’nin merkez muhabirleri ve programcıları 6 Şubat günü tam kadro Hatay’daydı. Oradan yaptıkları canlı yayınlar ve sokak röportajlarıyla halkın isyanını ekranlara taşıdılar. Tele1’den arkadaşlar da deprem bölgesinden aynı duyarlılıkla yayın yaptılar. O sabah kanallarda deprem haberleri ön plandayken İstanbul’da meydana gelen bir saldırıyla gündem birden değişti. Halk TV ekranında o sırada Sinem Fıstıkoğlu vardı. “Son dakika” haberi olarak İstanbul Çağlayan Adliyesi’nden silah sesleri gelmeye başladığını duyurdu. Sonra da “deprem” konusunu bırakıp bu “sıcak gelişme”ye odaklandı…

Böyle durumlarda görev yapmak zordur. İlk bilgiler çok yetersiz olduğundan, sunucular izleyiciyi ekranda tutabilmek için büyük çaba gösterirler. Hızlı bilgi akışı olmayınca da aynı sözleri evirip çevirip yinelerler. Fıstıkoğlu da öyle yaptı. Rejinin kulağına fısıldadığı birkaç tümcelik bilgi notunu, “Doğan İnşaat” reklamı gibi dakikalarca yineleyip durdu. Yaralılardan söz ederken de sürekli olarak “İkisi polis, ikisi vatandaş, dört yaralımız var” dedi. Bu sözü daha sonra İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da -sayıları artırarak yineledi...  

***

Muhabirlerin, sunucuların, siyasetçilerin ve bürokratların konuşurken hiç düşünmeden kullandıkları kimi klişeler var. Şu sözleri onların ağzından sıklıkla duyarız: 

“Sözde terör örgütü yöneticisi yakalandı”, “organize suç örgütü çökertildi” “üç tane şehidimiz var”, “maden kazasında beş tane işçimizi yitirdik” … 

Sözde terör örgütü” demek, o örgütün gerçek terör örgütü olmadığını söylemek, yani yaptıklarını yeterli bulmayarak beğenmemek anlamına gelir! Hani “terör seviciliği” diyorlar ya, belli ki ayırdında değiller ama bu söylem tam da o amaca hizmet ediyor! 

Organize suç örgütü” klişesi ise “örgütlü suç örgütü” gibi bir saçmalığa karşılık gelir ki böyle anlatımlar, Türkçede eşanlamlı sözcüklerle nasıl “laf salatası” üretilebileceğini gösterir ancak. 

Üç tane şehit”, “beş tane işçi” söylemine gelince… 

İnsanlar nesne değildir, “tane”yle tanımlanamaz! Yitirdiğimiz canlardan “tane” diye söz edilmesi, insanı şeyleştiren anamalcı zihniyetin dışavurumu, dile yansımasıdır 

Bir de “polis” ve “vatandaş” ayırımı yapılıyor haberlerde. Üstelik yalnız gazeteciler değil, devleti yönetenler de dillerinden düşürmüyor bu yanlış söylemi. 

Polisler, bir ülkede kamu düzenini sağlamaya çalışan güvenlik görevlileridir. Ama aynı zamanda o ülkenin yurttaşlarıdır. Polis olmaları onları “vatandaş” olmaktan çıkarmaz ki böyle saçma bir tanımlama yapılıyor! Bu söylem, polisleri yurttaş saymama anlamına gelir! Haberlerde polisle öteki yurttaşları ayırmak gerektiğinde “sivil” sözcüğü kullanılabilir. “Üçü polis, üçü vatandaş…” yerine “Üçü polis, üçü sivil yurttaşımız…” demek gerekir. Çünkü “sivil” sözcüğü dilimizde, üniforma ya da özel giysi giymeyen kimseleri anlatmak için kullanılır. 

***

“TREN GARI” 

4 Şubat 2024 tarihli Cumhuriyet gazetesinin 7. sayfasında “Tren garında bıçaklı saldırı” haberini görünce değinmek gerektiğini düşündüm. 

Gar” sözcüğü Fransızcadır. Demiryoluyla yolculuk edenlerin uğrak yeri olan büyük tren istasyonuna denir. Dolayısıyla “tren garı” sözü anlamsızdır. Tek başına “gar” dendiğinde zaten bu mekân anlaşılır. Nitekim Ankara’daki tarihi tren istasyonunun adı da “Ankara Garı”dır. Şehirlerarası otobüslerin yolcularını aldıkları ve indirdikleri yerin adı ise “otobüs terminali” ya da “otogar”dır. 

***

HAFTANIN NOTU

Zincirleme suç

Can Atalay’ın milletvekilliğinin hukuksuz olarak düşürülmesi artık “Can Atalay olayı” olmaktan çıkmış, ülke sorununa dönüşmüştür.

Türkiye’de Anayasa, iktidar eliyle yok sayılmış; Hatay halkının seçme hakkı elinden alınmış, istenci değersizleştirilmiştir. Öyle kınama demeçleriyle geçiştirilecek bir durum yok ortada. Apaçık anayasal düzene başkaldırma suçu işlenmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin iki kez verdiği hak ihlali kararına karşın Can Atalay’ın milletvekilliğini düşüren AKP-MHP ittifakı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni de bu suça ortak etmiştir!

Bu senaryonun uygulanması için bir dönemin “FETÖ muhibbi” Bekir Bozdağ’ın görevlendirilmesi gerçekten çok yerinde olmuştur. Bu “kıymetli değerimiz” (!), Meclis Başkan Vekili olarak rolünü güzel oynamış, Saray’a bağlılığın parlak bir örneğini daha sergilemiştir.

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş ise ateştopuna elini sürmemek için uyanıklık edip yurtdışına gitmiş, bu uğursuz görevi vekiline bırakmıştır. Çünkü Bekir Bozdağ ve benzerleri bugünler için vardır!

Genel kuraldır: Siyasette hukuksuz işler, bagajları dolu olanlara yaptırılır!