Kürtçe’nin en güzel seslerinden Aynur’un kendisine ‘kardeş’ diyenler tarafından İstiklal Marşı’yla sahneden hunharca kovulmasından kısa bir süre önce...

Kürtçe’nin en güzel seslerinden Aynur’un kendisine ‘kardeş’ diyenler tarafından İstiklal Marşı’yla sahneden hunharca kovulmasından kısa bir süre önce, İstiklal Caddesi’nde mehter gösterileri eşliğinde ilginç bir ilan dağıtılmıştı: “Türk sineması yeni kral ve kraliçesine kavuşuyor! Şöhret kapınızda!” Bunda bir ilginçlik yok tabii; ta 1950lerin sonlarından bu yana pop dergileri, tacı kendinden menkul Türk sinema krallığı için taht sahibi seçer durur. İlanı asıl şaşırtıcı kılan şu cümlelerdi: “Battal Gazi aranıyor! Türk destanları arasında önemli bir yer tutan ‘Battal Gazi’ destanı beyazperdede yeniden hayat buluyor. Fantastik öyküsüyle, 3D animasyon tekniği ile, yepyeni bir yorumla çekimlerine başlanacak sinema filmi için Battal Gazi’yi ve sevgilisi Sarina’yı canlandıracak yeni yüzler arıyoruz. Türk ve dünya sinemasından bir çok şöhretli oyuncu ile rol alıp birlikte olma şansını elde edecek yeni kral ve kraliçemizi çok yakın bir zamanda seçkin jürimiz belirleyecektir. Türk sineması için 3D teknolojisi kullanılacağından dolayı bir ilk olma özelliği taşıyan filmin yapımcılığını Manas Evleri üstlenmiş olup yönetmenliğini ise Fehmi Demirbağ yapacaktır.”

‘Seçkin jüri’ye dair açıklama yapılmayan –haberlere bakılırsa sadece Cüneyt Arkın’dan oluşuyormuş gibi görünüyor-, artık TV dizilerinde bile kullanılan –bkz. Muhteşem Yüzyıl- bilgisayar grafik uygulamalarını matah bir şeymiş gibi sunan bu ilginç ilanın akla düşürdüğü önemli bazı sorular var. Öncelikle, ilki 1955’te, Cüneyt Arkın’ın başrolünde oynadığı asıl ünlü versiyonuysa 1966’da çekilen, sonrasında Battal Gazi’nin İntikamı, Savulun Battal Gazi Geliyor, Battal Gazi’nin Oğlu gibi devam filmleri yapılan ve benzer bir çok Türk-İslam ideolojisi yapımına da ilham veren Battal Gazi Destanı, yarım asır sonra niçin tekrar filme alınır ki? Çok iyi bir film olduğundan mı? Tabii ‘sadece çok iyi filmlerin yeniden-çevrimi yapılır’ diye bir kural yok, ama yeniden-çevrime temel alınan filmler başyapıt değilse de çoğunlukla türünün ayrıcalıklı örneği olan ve senaryosunda dönemin ruhuna denk düşen ışıltılar barındıran filmlerdir. Örneğin bu hafta gösterime giren Kanıma Gir’in temelini oluşturan Gir Kanıma’da olduğu gibi... Oysa Battal Gazi Destanı, bırakın iyi bir film olmayı, sinematografik değerler açısından ortalamayı bile yakalayamayan kötü bir tarihsel avantürden başka bir şey değil!.. Yönetmen tutkusu desek –sürekli ‘70lerin aksiyon filmlerine saygı duruşunda bulunan Tarantino gibi mesela? İlanda filmi yöneteceği söylenen ama hiç yönetmenlik deneyimi olmayan, hatta daha önce adı hiç sinemayla yan yana anılmamış Fehmi Demirbağ’ın şimdilik bildiğimiz tek başarısı, Herotürk adlı bir roman kahramanı yaratmış olması; hani şu çizgi filmi yapıldığı zaman ilk bölümünde başbakan RTE’yi ziyaret edip elini öperek iyi dileklerini alacağı müjdelenen küçük kahraman Herotürk... Peki filmin vaat ettiği gişe rakamları desek? Eh, Hababam Sınıfı Askerde’nin bile 2,5 milyon seyirci topladığı bir ülkede yeni bir Battal Gazi belki masraflarını karşılar -13 milyon TL gibi uçuk bir bütçeyle kesinlikle imkansız!- ama bu, bir inşaat firmasının şimdi durduk yere niçin sinema gibi pahalı bir işe soyunup böyle bir filme yapımcı olduğunu açıklamaz. Tabii hem Türk destanlarından aldığı isminden –Manas- hem de sitelerine verdiği adlardan –Uygur, Babür, Altınordu, Gazneliler, Harzemşah, Selçuklular- anlaşıldığı kadarıyla Türk-İslam senteziyle epey haşır neşir bir milliyetçiliğe sahip görünen Malatya merkezli bu firmanın ideolojik güdüleri varsa başka...

Battal Gazi serisinde kahramanın dört temel işlevi bulunmaktadır: 1. Bizanslılar tarafından tuzağa düşürülen yiğit babanın intikamını almak; 2. Müslüman Türk devletini kafir Bizans’a karşı korumak; 3. Mümkün olduğunca çok kişiyi Müslüman yapmak; 4. İçerideki hain ve işbirlikçileri ortadan kaldırmak… Peki, yeniden-çevrimine soyunulan ilk filmdeki –hem 1955 hem de 1966 yapımlarındaki- Battal Gazi babasının intikamını alırken Hıristiyan düşmanlarını nasıl öldürüyordu, hatırlıyor musunuz? Tıpkı Zirve Kitabevi katliamında olduğu gibi…

Müteahhit yapımcıyı ya da yönetmeni bilinçli bir şekilde Zirve katliamını onaylayıp temize çekiyor olmakla suçlamıyorum tabii, ama ister bilinçli olsun ister bilinçsiz, burada ‘öteki’ kavramı üzerinden işleyip açıkça dinsel düşmanlık üreten sert bir Türk-İslam ideolojisi yaklaşımı olduğu da ortada... Bu ideolojik tehlikeler yüzünden, özellikle ‘70lere damgasını vuran ‘milliyetçi cephe’ filmlerini yeniden canlandırma girişiminde bulunan herkesin en az iki kere düşünmesi gerekiyor.

Peh! Aralık 2011’de gösterime girmesi planlanan yeni bir Kara Murat filmi var ve ben neler diyorum!!!

Bu arada, bu ideolojik geri dönüş bağlamında, bir isim benzerliği sonucu ortaya çıkan komik ve duruma epey uygun bir rastlantıdan da söz etmeliyim: Sinemaya dair en önemli veri deposu olan imdb.com’un arama motoruna ‘Battal’ yazıp aradığınızda ilk çıkan sonuç, ne hikmetse The Return of the Living Dead oluyor, Yaşayan Ölülerin Dönüşü...