Ovacık, Dersim’in görece ‘kenarda kalmış’ parçalarından birisidir. Özel olarak ziyaret edilmesi gerekir ve sanıldığından daha köklü bir geçmişi var. Bu coğrafyada hem o geçmişin sesleri duyuluyor hem de bu coğrafya kendi sesini dünyanın her yerine duyurmaya çalışıyor.

Bir müstesna coğrafya: Ovacık
Büyük Hareket 14 Ağustos 1938 Dersim Halvori Köyü.

Üzerine kitap yazılmamış muhtemelen çok şehir vardır ama herhalde hiçbir kitabın konusu olmamış şehir yoktur. Az ya da çok her şehrin değişik kaynaklara dağılmış yazılı öykülerini bulmak mümkündür. Ovacık bu grubun bir örneği olarak kabul edilebilir ama ayrıca artık kendi adıyla bir kitabı da var. Geçtiğimiz günlerde Ütopya Yayınları tarafından yayınlanan “OVACIK” kitabında farklı alanlara/olgulara temas eden 39 yazı yer almakta. Kitabın editörleri ve yazarları Dersim’deki bu küçük şehrin büyük öyküsünü dünyaya anlatan bir eser ürettiler.

Ovacık, Dersim’in görece ‘kenarda kalmış’ parçalarından birisidir. Şehirlerarası karayolu üzerinde olmadığı için, geçince görülemez, özel olarak ziyaret edilmesi gerekir. Demiryolunun hiç gelmediği bu coğrafya, karayolu ile görece erken bir zamanda tanışmıştır. Ovacık’a ulaşımı mümkün kılan iki karayolundan ilki, Hozat ile Ovacık’ı birbirine bağlamak üzere 1929’da yapılmıştır. 1929 yol inşaatları açısından Türkiye’nin özel bir zamanıdır. O yıl çıkarılan 1525 sayılı  “Şose ve Köprüler Kanunu” ile 18 yaşından 60 yaşına kadar TC vatandaşı her erkeğe, yılda on gün yolların inşasında ücretsiz çalışma zorunluluğu getirilmişti. Bu zorunluluktan beş ve daha fazla çocuğu olanlar muaftı. Yani yasa hem yolları ücretsiz emekle yapmayı, hem de nüfusu çoğaltmayı amaçlıyordu. Yolun inşasını takip eden süreçte devletin bölgedeki uygulamalarına bakılırsa, bu kadar hızlı inşada “askeri müdahale” planları etkili olmuştu. 

İl merkezini Ovacık’a bağlayan diğer yolun ortalama 60-70 yıllık bir geçmişi bulunuyor. 22 Kasım 1963 tarihli Milliyet’te Necmi Onur’un yazdığına göre, 154 kişinin çalıştığı bu yolun yaklaşık yirmi kilometrelik kısmı o günlerde tamamlanmıştı ve tamamlandığında ‘cennete varılacaktı’. Zira Ovacık öylesine güzel bir coğrafyadır ki, bir kez gören herhangi biri, ayrılmak istemeyecekti. Aslında bu yolun her bir kilometresi de, bu cennet hayali inşa eder. Zira yol, yanıbaşında akan Munzur nehrine eşlik ederek ilerlemektedir ki o nehir, akan bir su olmaktan çok daha fazla bir şeydir. Tevfik Taş’ın, 2002 yılı Ağustos ayında Atlas Dergisinde yayınladığı fotoğraflar bu coğrafyanın her bir parçasının ‘cennet’ imgesini inşa ettiğini farkedecektir. 

KİMLİKLERİN İŞLENDİĞİ YOL

Dersim-Ovacık karayolunun kendisi kadar, üzerinde yer alan mekânlar da bu coğrafyanın toplumsal dokusu hakkında çarpıcı bilgiler verir. Mesela Kızılbaşların kutsiyet atfettikleri çok sayıda inanç simgesi bu yol üzerindedir. Hatta bir bütün olarak bu vadi, Alevi geleneğinde bir kutsal coğrafyadır. Başınızı yukarıya kaldırdığınızda iki tarafınızı kuşatmış heybetli dağların arasından gökyüzünü ve bu vadinin doğasına içkin türlü bitki ve canlı çeşitliliğini görürsünüz. Hepsi aynı kutsallıktan nasibini almıştır. Bundandır ki Munzur nehrindeki balıkları yakalayıp yemeniz bile bir tür “günah” sayılır bu toplumsal coğrafyada.

Vaktiyle bu coğrafyanın en büyük nüfus gruplarından biri olan Ermenilerin önemli inanç mekânı Surp Agop Manastırı da bu yol üzerindedir. İlgili kaynaklarda Halvori Manastırı olarak geçen bu mekân bugün artık yoktur ama öyküleri canlıdır ve yüzyıl önceki belgelerde ayrıntılı olarak tasvir edilmiştir.

Dersim-Ovacık yolu sadece inanç coğrafyasını anlamak için değil, toplumsal tarihini anlamak için de çok güçlü tanıklıkların mekânıdır. Mesela 1938 Dersim kırımında, imha uygulamaları için kullanılan yerlerden birisi olan Halvori Kayalıkları bu yol üzerindedir.

Yüzlerce Dersimli masum, mermi zayiatı olmasın diye bu kayalıklardan atılarak öldürülmüşlerdir. Dönemin kamu görevlilerinden biri, 17 Ağustos 1938’de ‘Halvori’de ölüme götürülen 218 kişinin fotoğrafına bu notu düşmüştü. Halvori Kayalıkları, tıpkı Hozat yakınlarında bulunan ve 1915 Ermeni kırımında aynı amaçla kullanılan Kayışoğlu Yarmasının bir benzeridir ve kayalıklardan atarak öldürmenin bu coğrafyanın bir tür ‘kaderi’ olduğuna işaret eder.

Dersim’den Ovacık’a doğru bu yoldan devam ettiğinizde Torunoba köyüne ulaşırsınız. Buradan sağ tarafa ayrılan yol Seyit Rıza’nın köyüne; Ağdat’a götürür. O köy ki Seyit Rıza ailesinin adı ile birlikte, Osmanlı ve cumhuriyetin devlet arşivlerinde sıklıkla zikredilmiştir. Kimbilir belki de bir gün, Seyit İbrahim’den kalan o konak, inşa edilerek bir bellekevine dönüştürülebilir. Modern tarihin üstünü örttüğü ne varsa, görünür kılmak için.  

Seyit Rıza’nın köyü Ağdat.

İşte bu yolun sonunda bulunan Ovacık, 1935 yılında kurulan Tunceli vilayetinin bir ilçesi olarak ve bir tür ‘Garnizon Şehir’ olarak inşa edilmişti. Askeri kışla, Hükümet Konağı, diğer kamu binaları ve onların çevresine serpiştirilmiş esnaflardan oluşan kasabaların bir örneği olarak.  Zaten garnizon şehir konseptine uygun olarak ilçenin o günlerdeki resmi adı da “Mareşal Fevzi Çakmak” idi, ki kendisi 1924-1944 arası Genelkurmay Başkanlığı yapmıştı.
Ama ‘cennet’ olarak tasvir ve tahayyül edilen yere; yani Munzur Gözelerine varmanız için Ovacık merkezden sonra onbeş kilometre daha devam etmeniz gerekir. 1938 kitlesel kırımının komutanı Abdullah Alpdoğan, kırımın hemen ardından gözelere gelerek, burayı ‘dünyanın kür merkezi’ yapacağını söylemişti. Komutana göre dünyanın her yerinden insanlar buraya gelerek iki hafta dinlenip şifa bulacaklardı. Kendi ifadesiyle “dünyanın her yerden insanlar”, ama “yerliler” değil! Nitekim Alpdoğan bu konuşmayı yaptığı günlerde “yerliler” kitlesel biçimde kırılmışlardı ve cesetleri henüz ortalıktaydı. Hasan Saltık arşivinde yer alan fotoğraflardan birisinde yerde yanyana yatan beş erkek cesedi vardı ve fotoğrafı çeken kişi üzerine ‘yerliler’ diye not düşmüştü.

DEVLETİN “YAKIN İLGİSİ”

Bütün tarihi içinde net olarak anlaşılan olgulardan birisi, devletin Ovacık’a gösterdiği “yakın ilgi”dir. Osmanlı ve Cumhuriyet devlet arşiv belgelerinde ve kamu görevlilerinin anlatılarında bu ilginin detaylarını bulmak mümkündür. Mesela Tuğgeneral Ziya Yergök’ün hatıralarına göre 1908’de güya “isyanı bastırmak” için Osmanlı ordusu askerleri, namazlarını kılıp Erzincan dağlarından Ovacık’a girmiş, köyleri yakıp yıkmış, elde ettikleri ganimetin paylaşılmasında birbirlerine girmişlerdi. Cumhuriyetin kurucu elitleri de Ovacık’la çok ilgiliydiler. Mesela ilk başbakan İsmet İnönü, Ovacık’ı iyi tanıyordu. Birinci Dünya Savaşında Kolordu Komutanı olarak Erzincan’dan Ovacık’a gelmişti.

1931 yılı sonlarında Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Jandarma Genel Komutanı Kazım Orbay, Genel Müfettiş Tali Öngören, Kolordu Komutanı General Kenan, Genel Müfettişlik Asayiş Müşaviri Şükrü Sökmensüer, Tümen Komutanı General Koptagel bir heyet olarak bölgede incelemelerde bulunmuşlardı. 1936’da sadece Ovacık ilçesinde memur ve subay evleri için sarfedilen paranın tutarı 44.000 lira idi. Ovacık’ta Hükümet Konağı da o yıl yapılmıştı. Fevzi Çakmak da 1938 yılı toplu kırım zamanlarında Genelkurmay Başkanı olarak Ovacık’a gelmişti. 

Değişik kaynaklarda yer aldığı gibi Elazığ Valisi Cemal Bardakçı, Korgeneral Abdullah Alpdoğan, tarihçi Cemal Kutay ve Dersim kırımının subaylarından biri olan Albay Nazmi Sevgen de açık şekilde Ovacık’a geldiklerini yazmışlardı. Hatta bunlardan Bardakçı, Kutay ve Sevgen Alişer ile görüştüklerini yazmışlardı. Onların yazdığına göre Alişer, 1921 yılı Nisan ayından beri Ovacık’ta yaşıyordu, aktif siyasi faaliyeti yoktu, ekonomik durumu iyi değildi ve köylerden zaire toplayarak geçiniyordu. Ama yine de sinsi bir planla kendisi ve karısı Zarife hatun öldürülmüş, başı kesilerek ilgililere sunulmuştu. Ovacık, bu vahşete de tanıklı etmişti.

NÜFUSU KAYBEDİLEN ŞEHİR

Devletin Ovacık’a bu yakın ilgisinin kuşkusuz çeşitli sonuçları olmuştu ki bunların başında Ovacık’ta kaybedilen nüfus yani kitlesel kırım ve sürgün geliyordu.  Ovacık nüfusuna dair ilk veriler Osmanlı devletinin son zamanlarında bölgede dolaşan seyyah ve misyonerlerin raporlarında yer almıştı. İtalyan tarihçi Vitali Genet, 1891’de yayınlanan Asya Türkiye’si kitabında Ovacık’ta 2.455 Müslüman, 2.356 Kürt, 4.806 Kızılbaş, 1.003 Gregoryan ve 158 Protestan yaşadığını yazmıştı. 1910-1911 sayımlarına göre Hıristiyan-Müslüman toplam nüfus 3.226, 1914 yılı sayımlarında ise 4.175 kişiydi. Cumhuriyetin ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında ise Ovacık nüfusu 5.327 olarak kayıtlara geçmişti. 1935 yılında bu sayı 9.158’i köylerde olmak üzere 13.421’e çıkacaktı. Bu, büyük kırım öncesindeki son sayımdı.

Resmi verilere göre 1935 nüfus sayımında 13.421 olan Ovacık nüfusu, 1940 yılında 8.353’e; 1935’de 85 olan köy sayısı da 42’ye düşmüştü. 1935 yılı kayıtlarında yer alan şu köyler 1940 yılı sayım belgelerinde artık yer almıyorlardı, haritadan silinmişlerdi: Ahmetuşağı, Ahpanar, Arağı, Arzular, Baharge, Bektaş Uşağı, Birman, Bocik, Bozkara, Burnak, Çamurek, Çardiz, Değirmendere, Devik, Diken, Dikenli, Dirik, Farolar, Gedek, Gözeler, Gülhan, Homik, Hemzikuşağı, Hanuşağı, Hanife, Hopik, Karataş, Kalizuşağı, Kavaklı, Keçelmezrası, Kergat, Kızılçayır, Kızılveran, Koçyeri, Kolikan, Köseler, Mansuruşağı, Markal, Maraş, Merho, Mollaaliler, Mudrik, Nazikuşağı, Pulur, Solhasan, Sürü Mezrası, Şahverdi, Tahta, Tanrı ülya, Tanrı Süfya, Titinik, Varoç, Velolar, Yeniköy, Yılanlı, Zaruk, Zoğar. Bu köylerde kaybolan, daha doğru ifadeyle kaybedilen toplam nüfus ise 6.097 kişi idi.

İki sayım arasında bir şehrin nüfusu neredeyse yarı yarıya azalmıştı ama bu durum ülkenin, hükümetin, bakanların ve hatta gazetecilerin gündemine bile girmemişti.

Ovacık aynı zamanda 1938 kırım günlerinde Dersim’in kayıp kızlarının da yurduydu. Nezahat ve Kazım Gündoğan’ın yaptıkları “İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları” belgeselinde kayıp çocuklardan iki anlatıcı olan Fatma İcin ve Huriye Aslan Ovacık’lılardı. Anlatılara göre yüzlerce Ovacıklı kayıp kız çocuğu vardı. Bu coğrafyanın kimbilir kaç çocuğu, iradeleri dışında götürüldükleri başka şehirlerde son nefeslerini verdiler.

TOPLUMSAL MANZARA

Girişindeki tabelada yer alan bilgiye göre Ovacık’ın 6.407 nüfusu vardır. TÜİK’e göre bu nüfusun % 30’u genç kategoridedir. Bir ‘yaşlı coğrafya’ gibidir Ovacık. Bu durumu eğitim verileri üzerinden izlemek de mümkün. 2022-2023 öğretim yılında Ovacık’ta toplam 63 öğretmen görev yaptı, 441 öğrenci öğrenim gördü. Bu sayılar orta ölçekli bir vilayette belki de sadece bir okulun sayılarıyla eşittir.

Kayıtlara göre ilçe merkezinde 15 gıda, 3 tekel, 5 giyim, 4 terzi, 2 kırtasiye,  3 ulaşım, 2 kadın kuaförü, 6 erkek kuaförü, 5 nalburiye, 8 yapı-inşaat, 12 kahvehane, 5 lokanta, 7 çay bahçesi, 8 otel ve pansiyon bulunuyor. İşletmecilerin sekizi kadındır. Ruhsatsız işletmenin olmadığı Ovacık’ta tek banka şubesi 23 Ekim 1952 tarihinde açılan Ziraat Bankasıdır.
Kütüphane hizmetleri ve kooperatifler yönünden Ovacık görece iyi durumdadır. Her birinden üçer kurum; üç kütüphane ve üç kooperatif bulunuyor. Bir Alevi coğrafya olarak Ovacık ilçe merkezinde 94 mahallesinde bulunan cemevi dışında Ziyaret, Hanuşağı (Xanu) ve Koyungölü (Kedek) köylerinde birer tane cemevi bulunuyor. Bir de spor kulübü var Ovacık’ın. Ovacık Belediye Ulaş Spor Kulübü 2008 yılında kurulmuş.

DÜNYAYA DAĞILMIŞ OVACIKLILAR

Ovacıklılar, bugün dünyanın değişik ülkelerine dağılmış bulunuyorlar. Gittikleri ülkelerde ve şehirlerde iktisadi, politik, kültürel hayata ciddi katkıları olan ve yüzleri memleketlerine bakan binlerce Ovacıklı var. Bir kısmı da örgütlenmiş durumda. Almanya Solingen Ovacıklılar Derneği ve İstanbul’daki Ovacık Sosyal ve Kültür Derneği bunlardan sadece ikisi.
Bir de bedenlerini Ovacık’a bırakan ama imgeleri neredeyse tüm Ovacıklılara içkin yaşayanlar var. Atalarına ve çocuklarına nasıl kıyıldığına tanıklık eden Firik Dede onların başında gelir. 70’li yılların politik mücadelelerinde yer alan ve hayatlarına işkence tezgâhlarında son verilmiş Süleyman Cihan ve Ali Ekber Yürek ise başka bir kuşaktan bu kederli coğrafyanın yüzlerce çocuğundan sadece iki isim.

Ovacık’ın sanıldığından çok daha köklü bir geçmişi var. Bugün bu coğrafyada hem o geçmişin sesleri duyuluyor, hem de bu coğrafya kendi sesini dünyanın her yerine duyurmaya çalışıyor. Görünmez kalmış bütün imgelerini, seslerini, sözlerini, renklerini kamusallaştırmak ve dünyada bir barış şehri ve kendisi olarak yaşamak için.