“Biz geçinemiyoruz ya siz?” hafifliği: Kim “biz”, kim “siz”?

Pınar Kahya - İnönü Üniversitesi Siyaset Bilimi Araştırma Görevlisi

Partha Chatterjee, 2004 tarihinde yayımlanan The Politics of the Governed kitabında, siyasal toplumun hükümetle kurduğu ilişkilenmenin, süreklileşmiş kurumsal hak ve özgürlükler çerçevesinde değil [ona göre sivil toplumdan farklı olarak- bu ayrıma katılmadığımı konuyu dağıtmamak adına belirtip kapatıyorum-], geçici, içeriksel/konjonktürel ve tutarsız siyasal pazarlık gölgesinde olduğunu belirtir. Devletin de siyasal toplumu haklara sahip vatandaşlardan ziyade belli “özellikleri” olan ve bu karakteristik özellikleri istatiksel olarak tanımlanan belli nüfus grupları olarak “hedeflediğini” belirtir. Hindistan’dan verdiği örnek, sayıları hiç de azımsanmayacak sokak satıcıları, taksiciler gibi gruplardır.

Bu grupların hükümetten beklentileri karşılandığında dahi kazanımlarının yasal bir statüye erişemediğinin, devlet ve siyasal toplumun sürekli bir siyasal pazarlık içerisinde olduğunu ifade eder. Türkiye’nin seçim sürecinde emeklilikte yaşa takılanlar, emekliler, asgari ücretliler, engelli ve yaşlı maaşları vb. gruplar temelindeki vaat ve düzenlemelerin seçim kampanya sürecindeki belirleyiciliğini bu siyasal pazarlık çerçevesinde akılda tutmak gerekir. Türkiye’den farklı bir bağlamda da olsa Chatterjee siyasal toplumun siyasi pazarlığının temel motivasyonunun sermaye birikimindense, geçim olduğunun altını çizer. Bunu bir siyaset yapma biçimi, tarz-ı siyaset olarak okumak gerekir. Hem yönetenler hem de yönetilenler için.

Herkes gibi Türkiye’nin 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinden sonra sayısız seçim değerlendirmesi, sosyal medya veryansını, ekşisözlük entryisi okudum. Korkut Boratav Hoca’nın “bölüşüm şoku” olarak tanımladığı toplumsal bunalım koşullarında, reel ücretlerin eridiğinin apaçık görülmesi, kur-faiz darboğazı, yüksek enflasyon, 6 Şubat depremleri ile artık bir analoji bile olmayan enkaz altındaki Türkiye’de nasıl olmuştu da yoksulluk yönetilebilir olmanın ötesine geçememişti? Türkiye yine seküler ilçe merkezleri ile kıyıları ve geleneksel taşrası ve onun kent merkezlerindeki suretleriyle Kulturkampf bölünmesini aşamamış mıydı? Bir ucunda ülkede faşizmin toplumsal tabanının dincilik ve milliyetçilikle katılaşmış olduğu vurgusu olan, diğer ucunda da liderle kendi gerçekliğini ayıramayan bir bütünleşme yaşanması olarak tarif edilen bir Erdoğanizm’den bahsetmek gerektiği duran tezler; “boş tencerenin iktidar götürmediğini” anlamamız gerektiğini söylüyordu. Bu kültürel okumanın, sermaye sınıfının sınıf içi gerilimleri soğurma kapasitesinin üzerinden atlanarak aleni bir “halk küskünlüğüne/halka küsmeye” dönüşmesine itiraz etmek gerektiğini düşünüyorum. Yoksulların kültürel habitusları olmadığını, ideolojik ve yerel kodlarının olmadığını iddia edecek değilim ancak ücretli eğitimli kentli emekçilerin ekonomik bunalımının, “biz geçinemiyoruz da siz ne yiyip içiyorsunuz” dan öteye varan bir anlamlandırma kümesine sahip olmaksızın seçim sonuçlarının gösterdiği yoksulluğun idare edilmesi olgusunu anlamaya yeter olmadığını düşünüyorum. Bu süreci anlamlandırmak adına birçoğuna katıldığım epey değerlendirme yapıldı[1], tekrar tekrar neden böyle oldu diye “sosyolojiyi yeniden keşfetme” gereği yok. İşsizlik oranlarının düşmemesi, muhalefetin “geçim” ekonomisinin sürdürülebilmesine dair güven verememesi gibi olgular ortada duruyor elbette ancak söz konusu muhalefet olunca siyasal stratejinin tartışılması gerekiyor. Nihayetinde siyaset tam olarak olgulara sığınmamak adına var.

Yoksulluk nedir?

Yoksulların öncelikli motivasyonu geçimdir, geçinebilmektir. Türkiye’de 1990’larda kent yoksulluğunu kabaca, kırdan kente göç etmiş, sosyal güvencesi olmaksızın kayıt dışı çalışan nüfusun eğitim ve sağlık hizmetlerine erişememesi, sağlıksız konutlarda, ağırlıkla kent çeperlerinde gecekondularda ya da ucuz sitelerde barınmaya çalışmak karakterize ediyordu. İlginçtir ki 2000’li yıllarda devlet okullarında eğitimin niteliği düşerken ve sağlık hizmetleri piyasalaşırken, ders kitaplarının ücretsiz olması, harçların kaldırılması, kontenjanların artırılması, yeni üniversiteler açılması, KOBİ’lere verilen teşviklerle sigortasız çalışmanın önlenmesi dolayısıyla sağlık hizmetlerine ücretsiz erişim -ki 18 yaşından küçük çocukların anne babanın sosyal güvencesi olmamasına rağmen sigortalı sayıldığını da hatırlatmak gerekiyor- gibi bir çok uygulama ile Eylül ayında çocuğuna ikinci el ders kitabı arayan, Yeşil Kart alamadıysa devlet hastanelerine gidemeyen, gidebildiyse ilaç alamayan yoksulları öyle ya da böyle siyasal topluma dahil etmiştir. Buna, inşaata ve ranta dayalı birikim modelinin kent toprağını ranta açmasını katarsak, kente öyle ya da böyle tutunabilen 2000lerin kent yoksullarının yine öyle ya da böyle geçimini sürdürmesini sağlandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu “öyle ya da böyle” vurgusu başka söz bulamadığım için değil tam olarak siyasi pazarlığın niteliğine işaret etmek içindir.  Siyasi pazarlığın biçimi tek başına elbette bir şey ifade etmemektedir. Bu tarzın dayandığı somut üç aracı vardır. Tespitler: 1. AKP hala Milli Görüş’ün taban ve mahalle örgütlenmesinin ekmeğini yemektedir. Tabanı, örgütlüdür. 2. AKP, parti-devlet olmanın ekmeğini muktedir olmanın alameti farikası olarak yemektedir; sosyal yardımlardan tutun istihdam olanaklarına, devletin tüm eyleyiciliği partiye yazmaktadır. 3. Özellikle orta ölçekli işletmelerde sermayenin siyasi angajmanı açık bir biçimde AKPlidir, bu nedenle de partiyi devletten, devleti patrondan ayırmak mümkünlüğü ortadan kalkmıştır. Patron da bürokrat da partilidir, partiyle ilişkilidir. Ramazan ayında erzak yardımı yapan patronun “hayrı” da AKP’ye yazmaktadır, “dul ve yetim maaşı” da.

Muhalefetin boş bıraktığı mevziler: taban örgütlülüğü, dayanışma ve devlet

Mahallelerde örgütlenmek için güçlü bir ideolojik harç gerektiği bunun da kapsayıcı bir motife yaslanması gerektiği açıktır. Yine, mahallelerde dayanışma, “yardım eden”- “yardım alan” ilişkisinin ötesine geçmek, “halkımızın yanındayız” da halktan “sen kimsin” tekmesi yenmek istemiyorsa “yan yanayız”a dönüşmek durumundadır. Afet zamanlarında gönderdiği üç beş kolinin hesabını soranlarla dayanışma örgütlenemez. Geçimin parçası olunmak zorundadır. “Başına bir şey geldiğinde” kimse sizi aramıyorsa, o mahallede yoksunuzdur. Derde deva olunmak isteniyorsa, devayı zaten geçim sıkıntısı çekenlerde aramak yerine paylaşmayı öğrenmekle aramak ve bulmakta fayda vardır.

Devletten uzak durarak bulutlara yakın olunmadığını da anlamak gerekir. Devletten uzak olmak, hala en örgütlü kurumsal yapı olan devletin içerisinde yer tutmak, aramak, zorlamak gerekmektedir. Devletin kendisi de bir mücadele alanıdır. Mesleki formasyonu, eğitimi suya sabuna dokunmayan[2] işlerde heba etmemek gerekmektedir. Bakanlıklardan, belediyelere, meslek örgütlerinden, sendikalara kamusal alanda varlık göstermek anlamlı ve önemlidir. Mümkün olmayan koşullarda, derde deva olmak anlamında devletleşilmelidir. Sorunlar somut, çözümler de sloganik ve soyut olmamalıdır. Alabildiğine basitleştirerek yazdığım bu çerçeve bir sesli düşünmedir, isteyen sofistike hale getirebilir.

“Geçinmeye çalışan”, “depremzede”, kadın bir emekçi olarak en çok ihtiyaç duyduğum şey, biz olmaktır. Bir siyasal özne olarak, erişmeye/ulaşmaya çalıştığım bir özne yok. Yan yana durmanın araçlarını ve olanaklarını benimle de gündelikçi kadınla da asgari ücretli fabrika işçisiyle de okuyabilmek için garsonluk yapan üniversite öğrencisiyle de üretmek, örgütlülüğü, dayanışmayı ve alternatifi örmek siyasetin sorumluluğundadır. Biz yapmayacaksak, kim yapacak? Biz olmayacaksak, ne olacağız? Herkes kendinden başlasa ve kurtarıcı beklemese belki daha faydalı olacaktır.

[1] Korkut Boratav seçim sonrası Türkiye'yi değerlendirdi https://www.ilerihaber.org/icerik/korkut-boratav-secim-sonrasi-turkiyeyi-degerlendirdi-155447 .

Seçim ve sonrası: Bazı düşünceler, Korkut Boratav, https://haber.sol.org.tr/yazar/secim-ve-sonrasi-bazi-dusunceler-377716 .

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Balaban: Düşük ücret-geniş istihdam oy kayıplarını frenledi.

https://www.evrensel.net/haber/490837/siyaset-bilimci-doc-dr-balaban-dusuk-ucret-genis-istihdam-oy-kayiplarini-frenledi

Seçimin Sınıfsal Analizi: Doç. Dr. Utku Balaban - Aydaki Adam: İlker Canikligil - B61 https://www.youtube.com/watch?v=KN2XNfTYpyo&ab_channel=FluTV .

Boş tencere ve sandık! Aziz Çelik https://www.birgun.net/makale/bos-tencere-ve-sandik-441081 .

Gecikmiş bir seçim gözlemi, Ali Rıza Güngen https://www.gazeteduvar.com.tr/gecikmis-bir-secim-gozlemi-makale-1623929 .

Seçim kazandıran bakan: Nurettin Nebati, Fatih Yaşlı  https://haber.sol.org.tr/yazar/secim-kazandiran-bakan-nurettin-nebati-376844 .

Emekçi sınıflar AKP’den neden kop(a)madı?, Alpaslan Savaş https://haber.sol.org.tr/yazar/emekci-siniflar-akpden-neden-kopamadi-376973 .

Vitrin değişimi işe yaramaz, Galip Yalman https://www.birgun.net/haber/vitrin-degisimi-ise-yaramaz-445527 .

Hani boş tencerenin götüremeyeceği iktidar yoktu?, Ümit Akçay https://www.gazeteduvar.com.tr/hani-bos-tencerenin-goturemeyecegi-iktidar-yoktu-makale-1622647 .

[2] Merhum David Graeber’ın 2018’de yayımlanan Bullship Jobs kitabı Türkçe’ye Tırışkadan İşler olarak 2021’de Everest tarafından çevrildi, işini sorgulayanlar okuyabilirler.