Malumunuz, Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurul toplantısına katılmak üzere New York’a gitti. Elbette itibardan tasarruf edilmedi. Kalabalık bir grup her an, her dakika Erdoğan’ın etrafını çevreledi. New York caddelerinde üzerinde ‘Türkiye Yüzyılı’ yazan kamyonetler dolaştırıldı, Times Meydanı’ndaki ekranlara Cumhuriyet’in 100. Yılı yazılı afişler yerleştirildi. New Yorklular, umarım harcanan tanıtım paralarının hatırına Türkiye’nin dünyadaki gücünü iyice idrak etmiştir.

Erdoğan, BM kürsüsünde ve çeşitli toplantılarda konuştu. Yunanistan ve İsrail ile ilgili tavrı ılımlıydı. KKTC’nin tanınmasını istemek gibi bilindik çağrısını tekrarladı. Kimse, ama Türkiye’nin, Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü tanıyacağını taahhüt ettiği garantörlük anlaşmasının altında imzası var, diye itiraz etmedi. Sükûnet içinde geçen genel kurulda başlar sallandı, eller tokalaştı.

Concordia Zirvesi’ne katılan Erdoğan’ın, çıkışta “Naber kız?” diye seslendiği A Haber muhabirinin, “size çok yönlü sorular soruldu, başka bir lider yoktur bu kadar” ‘sorusuna’ “Çok yönlü cevaplar verdik” diye karşılık verirken yüzü gülüyordu. Çünkü övgülerin cevaba ihtiyacı yok, oysa sorular yanıt bekliyor ve aniden yüzü düşürüp siniri gerebiliyor. 

∗∗∗

Amerikan PBS kanalında konuşan Erdoğan, Türkiye’de meslek tanımı ters yüz edilen gazetecilik yerine, asıl işi ne övmek ne yermek, sert de olsa siyasetçinin halka karşı sorumluluğunu yerine getirip getirmediğini tartmak için sorular soran bir gazetecilik pratiğiyle muhatap olmak zorunda kaldı. Hane içinde bertaraf edilebilen konular, hane dışına çıkıldığında kontrolden çıkabiliyor haliyle.

Kanalın sunucusu Erdoğan’ın “naber kız?” diye seslenebileceği samimiyette biri olmadığından herhalde- çünkü Türkiye’de demokrasi var, basın özgürlüğü var, hukuk var- gazetecinin soruları ortamda buzul etkisi yarattı. “Türkiye, Rusya ile mi yoksa ABD’yle mi ilişkisinden daha fazla fayda sağlıyor?” Erdoğan’a göre bu soru siyasi lidere sorulmaması gereken bir soru. Kime sorulabilir peki? Türkiye’nin dış politikasını yöneten, yön veren, bu doğrultuda karar alma yetkisine sahip var mı bildiğiniz bir konu komşunuz? Benim yok.

Bir diğer soru: “Sedef Kabaş, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş gibi kişileri susturmaya mı çalışıyorsunuz? Bu kişilerden tehdit algılıyor musunuz?” Erdoğan buna da “sizi bu niye bu kadar ilgilendiriyor” diyerek cevap verdi. Sahi niye? Ülkesine yabancı yatırım çekmek isteyen bir lidere, AİHM kararlarının görmezden gelindiği davaları örnek göstererek, Türkiye’nin nasıl bir hukuk devleti olduğunu sorması alakasız bir durum mudur?

Gazetecinin başarısı, nihayetinde kendi sözünü söylemeye yatkın siyasetçinin manevralarını yakalayıp, aynı soruyu farklı şekillerde yöneltme ve bir cevap alma ısrarında yatar. Satrancı andıran bu diyaloğun siyasetçi tarafından öfkeyle kesilmesi de gazeteci açısından bir cevap alması anlamına gelir. Hatta diyebiliriz ki, siyasetçi açısından ne derse desin, bundan daha kötüsü olamaz.

∗∗∗

New York sokaklarında gezdirilen ‘Türkiye Yüzyılı’ yazılı kamyonetlerin, tartışmalı ve eksikleri olsa da en azından demokrasinin gerekliliğinin kabul edildiği yerlerde kendini imha etmesi, bir liderin bir gazeteciye “kesmeye hakkın yok, saygı duyacaksın, yargının verdiği karara saygı duyacaksın, mecbursun, bu insanlar terörü destekliyor” diyerek dünya önünde çıkışmasına bakar.

Erdoğan’ın gazeteciye kızgınlıkla yönelttiği, “sizi niye bu kadar ilgilendiriyor” sorusunun diğer bir yüzü de şu, Türkiye’de hukuk olup olmadığı bizi neden bu kadar ilgilendirmiyor acaba? Kavala ve Demirtaş ile ilgili, Türkiye Cumhuriyeti olarak uyacağımızı taahhüt ettiğimiz AİHM kararları ısrarla görmezden geliniyor. AYM Başkanı Zühtü Arslan katıldığı bir toplantıda, mahkeme kararlarının değiştirilmeden ve geciktirilmeden uygulanmak zorunda olduğunu hatırlattı ve konuyla ilgili oldukça net bir vurgu yaptı: “Bağımsız ve tarafsız bir yargı olmadan bırakın hukuk devletini aslında devlet bile olmaz.”

Bahçeli, “bizim için AB bitmiştir, bizden sonsuza kadar uzak dursun, işine baksın” dedi. İşine bakıyor elbette, Türkiye ile yapılan “al parayı, tut göçmeni” temalı geri kabul anlaşmasıyla ilgili, olur mu öyle şey, bu insan haklarına aykırı diyerek itiraz eden bir AB üyesi devlet lideri yok. İşine de bakıyor, ihtiyacını da karşılıyor. Erdoğan iktidarının ise AB ile ilişkilerin kesintiye uğramasına sebep olan hukuk ve demokrasi kriterleriyle ilgili herhangi bir iyileştirmeyle ilgilenmediği, verilen tepki ve kararlardan görülüyor. 

Ne var ki, taraflı ve kindar yargılamalar, AYM Başkanı Arslan’ın da söylediği gibi değil hukuk devleti, yekten devlet bile olmama riski ve kanaati yaratıyor. Doğu-batı arasında kurulan enerji ve ticaret koridorlarının hiçbirinde kendine yer bulamayan Türkiye’yi hukuktan, tutarlı, ayakları yere basan, popülizme yaslanmayan, fanatizmden beslenmeyen bir politik işleyişe kadar, dünyada çok fazla şey ilgilendiriyor.