20 yılı geride bırakırken hiç bırakmadığı bir unvanı var BirGün’ün: Patronsuz gazete. Patronsuz ama pusulasız değil. Pusulası da çok net, hep aynı yönü gösteriyor: Demokrasi, özgürlükler, laiklik, barış, eşitlik, adalet, kamuculuk, emek… Sessizlerin sesi olarak yazmak.

Çığlık çığlığa 20 yıl: Patronsuz ama pusulasız değil

“Relation aller Fürnemmen und gedenckwürdigen Historien”in dünyanın ilk gazetesi olduğu kabul edilir. 1605 yılında Strasbourg’da yayımlanan gazete yaşasaydı 419 yaşında olacaktı. Avusturya’da 320 yıldır yayımlanan, 12 cumhurbaşkanı, 10 imparator, iki cumhuriyet gören ve geçen yıl 30 Haziran’da ekonomik gerekçelerle kapanan Wiener Zeitung’a “dünyanın en eski gazetesinin kapısına kilit vuruldu” diye ağlamıştık. 

Bugün dünyanın ilk gazetesinden 400, Wiener Zeitung’dan da 300 yıl genç yaştayız, 20’mizdeyiz! Çığlık çığlığa geçmiş bir 20 yılımız var geride, kimileri acıdan ve çaresizlik hissiyle, kimileri sevinç ve coşkuyla atılmış çığlıklar. Ve daha nice 20 yıllar olacak, hep çığlık çığlığa yürüyeceğimiz. Bülent Ortaçgil’in “Çığlık Çığlığa”sındaki gibi; sesler değişecek, renkler değişecek. Yüzümüzdeki çizgiler başkalaşacak. “Siste bağıran vapur düdükleri gibi / Geliyor muyuz, gidecek miyiz” diye soracağız…

Bugün 20’mizdeyken, bizden 400 yıl önce yayımlanmış ve adını Türkçeye “Tüm Seçkin ve Hatırlanmaya Değer Haberlerin İlişkisi” diye çevireceğimiz, büyük büyük dedemizle çok önemli bir benzerliğimiz olduğunu düşünüyorum. 

Şöyle bir bakın 20 yıl geriye doğru; hangi seçkin ve hatırlanmaya değer olay olmadı ki BirGün’ün manşetlerinde? 

Yayın hayatının başlarında, 21 Kasım 2004 yılında Mardin Kızıltepe’deki evlerinin önünde 12 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı sahiplenerek cesur manşetler atan da BirGün’dü, 2022 yılında da 6 yaşında tarikat karanlığı içinde evlendirilerek tecavüz edilen bir başka çocuğu günlerce manşetine taşıyarak ülke gündemini belirleyen de… 

Defalarca ödüller aldı manşetleri, o yılın en önemli 10 manşetinden birkaçı BirGün’e aitti. BirGün’e aitti, çünkü henüz 15’inde, 16’sında, 17’sindeyken de o yılların en önemli olaylarını cesaretle ve çarpıcı bir sayfa düzeniyle manşetlerine taşıyan oydu. Kendisinden 400 yıl önce “ilk” unvanlı gazetenin ismine nazireyle… 

20 yılı geride bırakırken hiç bırakmadığı bir unvanı var BirGün’ün: Patronsuz gazete. Patronsuz ama pusulasız değil, başlıkta dediğim gibi. 

Pusulası da çok net, hep aynı yönü gösteriyor: Demokrasi, özgürlükler, laiklik, barış, eşitlik, adalet, kamuculuk, emek… Sessizlerin sesi olarak yazmak! 

20 yıldan çok daha eskidir macerası. “Türkiye’de gazeteler, 170 yıla yaklaşan basın tarihi içerisinde, belli kriz dönemleri yaşadılar. Basının bugün içinde olduğu durumu da bir kriz olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Tiraj, ekonomik yapı, … insana yatırım yapılmamasından kaynaklanan profesyonellerin yetersizliği bir yana, bugün yaşanan krizin en önemli yansıması genel olarak medyaya duyulan ‘güven bunalımı’dır. Gazetecileri ve gazeteleri güvenilmez, yalan söyleyen, siyasal ve ekonomik çıkar çevreleriyle iç içe geçmiş bir kurum olarak değerlendirmek kamuoyundaki hâkim eğilim. Artık gazetesini koltuğunun altına ismi dışardan görünecek şekilde koyan ve onu kendi kimliğinin bir parçası olarak gören okurlar da kalmadı pek.” Bu değerlendirmeyle başlamıştı macera. 

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Biliyorsunuz tabii de, ben de, çığlık çığlığa 20’inci yaşa ulaştığımız şu günde, “gazeteyi kendi kimliğinin bir parçası olarak gören okurlar” anlamında önemsediğim, 18.10.2007 tarihinde “umka” imzasıyla EkşiSözlük’e bırakılan bir notu aktararak anımsatayım istiyorum: “Okuyucuları arasında bir bağ oluştuğuna inanıyorum artık. Dün, raflarında uzun uzun BirGün aradığım fakat bulamayıp başka bir gazete aldığım büfeden uzaklaşırken tahminimce yaşı 16 civarında bir delikanlı bana seslenerek ‘Sanırım BirGün aradınız, benimkini okuduktan sonra eğer buralarda olursanız size verebilirim’ dedi ve uzun süre okuduktan sonra da getirip verdi. Hem benim hangi gazeteyi aradığımı anlamasına çok şaşırdım hem de ince davranışından dolayı çok mutlu oldum.” 

Hâlâ yürürken bayilere göz gezdirip “BirGün var mı?” diye kontrol edenlerden misiniz veya okuduğu gazeteyi özellikle vapurda, trende, otobüste, uçakta, parktaki bankta biri daha okusun ve görünürlüğü artsın diye bırakanlardan mısınız, bilmiyorum. 20 yıl öncede kalmış bir heyecan değil bu, hâlâ böyleleri var, kendimden biliyorum! 

24 Aralık 2004’te, gazete çıktıktan tam 8 ay 9 gün sonra, BirGün’ün birinci sayfası siyah zemin üzerine “ÇIĞLIK” manşetiyle çıkmıştı. Manşetin hemen altında “Bu, gazeteciliğin imdat çığlığıdır!” yazıyordu. “İmdat” denilerek yapılan dayanışma çağrısında, “Karşımıza bin bir engel çıkartıyorlar. Devlete milyonlarca dolarlık borçları olanların borçları ertelenir, ödeme kolaylıkları sağlanırken, biz her gün kağıt parasını peşin ödeme baskısıyla karşılaşıyoruz. Bilgisayarlarımıza haciz konmaya kalkışılıyor” denmişti. 

Böylesi imdat çığlıklarına coşkulu sevinç çığlıklarını katarak geldik bugünlere. Daha az imdat, daha çok da sevinç çığlıkları atarak gideceksek önümüzdeki 20 yıllara, yine birbirimize omuz vermemiz, dayanışmamız sayesinde olacak. 

BirGün’le bizden 400 yıl önce çıkmış gazetenin adı arasında bir benzerlik kurdum ya. Önümüzdeki 20 yıllar için benzemeye özendiğim gazeteleri biliyor musunuz? The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post… 

Hadi canım dediğinizi duyar gibiyim, ama durun. Özendiğim yayın politikaları, editoryal çizgileri falan değil. 2023 sonu itibariyle The New York Times’ın 9,4 milyon, diğer ikisinin de 3,5 ve 2,5 milyon dijital abonesi vardı. Daha nice 20 yıllarımız olacaksa, bizim de mutlaka daha çok abonemiz olmalı. Çok daha çok. 

9,4 milyon çok mu, çok çok? Haset etmeyelim ne olur, çalışalım bizim de olur! 

İyi ki doğdun BirGün!