Hafta sonundan beri yürekler ağızda İran’ın İsrail’e yolladığı füze ve dronların olası sonuçları konuşuluyor. Bölgesel bir savaş mı başlayacak, yoksa 3. Dünya Savaşı mı?

Kimileri İsrail’in saldırılamazlık mitinin yıkıldığını vurguladı, İran’ın başarısı olarak. Kimileri “Danışıklı dövüş bu. Durum idare edildi. Füzeler öncesi duruma dönüldü” dediler.

BM Genel Sekreteri Guterres, Orta Doğu’nun “savaşın kıyısında" olduğunu ve daha fazla savaşa tahammül edemeyeceğini söyledi. Herkes “Şimdi sakinleşme ve tırmanmayı önleme zamanı” dedi.

Füzeler fırlatılmadan önceki duruma döndük diye rahatlayabilirsiniz ama önceki durum neydi ki? Epeydir kanunların olmadığı, uygulanmadığı, bizzat jandarmalarının onları çiğneyen birer hayduda dönüştüğü bir dünyadayız. Öyle olmasa, Hamas saldırısına gösterilen tepkinin binde biri binlerce Filistinlinin katledilmesine gösterilse şimdi Gazze’yi konuşuyor olmazdık.

İran saldırısından iki gün önce ABD solunun dergisi Jacobin’de daha ilk cümlesiyle dünyanın nasıl kendi kanunlarını tanımayan haydut ve haydutçukların ormanı olduğunu anlatan bir analiz vardı: “Eğer İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluğunu bombalamasına ve Ekvador’un Meksika konsolosluğuna baskın yapmasına bakan bir ABD müttefikiyseniz, muhtemelen şunu düşünüyorsunuzdur: ‘Dünyanın en güçlü ülkesi benim bunu yapmama izin verecek.’”

Suriye’de İran Konsolosluğu vurulmadan önce, Ekvator’da da ABD destekli sağcı hükümet, eski başkan yardımcıları J. Glas’ı yakalamak için, sığındığı Meksika Büyükelçiliği’ni bastı. Uluslararası hukuka göre resmen Meksika toprağı olan bir alana silahlı polisler daldı, dokunulmazlığı olan diplomat R. Canceso’yu itip kakıp yerlere attılar.

Meksika Devlet Başkanı Obrador da ABD’yi işaret ederek; “Bir hükümet, başka hükümetlerin veya güçlerin desteğine sahip olduğunu hissetmiyorsa böyle bir şey yapamaz!” dedi.

ABD, ne Meksika ne de İran misyonlarına saldırılara doğru dürüst tepki verdi. Adet olduğu üzere “Viyana Sözleşmesi”nin ihlalini kınayıp, “diplomatik misyonların dokunulmazlığını saygı gösterme yükümlülüğünü ciddiye alıyoruz” dediler.

Oysa, her iki saldırı da yüzyıllık diplomatik normların, onlar sonucu imzalanmış 1961 Viyana Diplomatik İlişkiler Sözleşmesi’nin, “bir ülkenin, o ülkenin açık izni olmadan başka bir ülkenin elçiliğine ayak basamayacağını veya başka türlü ihlal edemeyeceği” ilkesinin hoyratça çiğnenmesiydi.

Haydut devlet (Rogue state), yasa ve kural tanımayan, terörü destekleyen devletler için kullanılan, daha çok bir ABD kavramıydı. Bugün Kuzey Kore, İran, Suriye ve Venezuela’yı haydut devletler arasında sayan ABD, dün de Afganistan, Irak, Küba, Libya ve Yugoslavya’ya “haydut” diyordu.

Yine de “dün”, kimse diplomatik misyonlara dokunacak kadar “haydut”laşmıyordu. 1984’te, bir İngiliz kadın polis Londra’daki Libya Elçiliği’nden açılan ateşle öldürüldüğünde, İngiltere girip binayı arayamadı. Sınır dışı edilen Libyalıların belki de olayda kullanılan silahın da olduğu çantalarına bakamadan gitmelerini sineye çekti.

Başka pek çok örnek sıralanabilir. İngiltere ve ABD’nin ortak hedefi J. Assange yıllarca Londra’daki Ekvator Büyükelçiliği’ndeydi ama girip de almayı denemediler.

Girmek haydutluk olurdu!

2015’te bu kez Noam Chomsky iki “haydut devlet” saydı: ABD ve İsrail!

Jacobin’in analizi, haydutlara dönük, büyükelçiliklerin dokunulmazlığına uymazsanız, rakipleriniz ve düşmanlarınız da bu kuralın anlamsız olduğunu görecekler uyarısıyla bitiyordu: “Ve bu olursa, tüm ABD yetkililerinin yapabileceği tek şey, herkes bu ilkeyi terk etti diye feryat etmek olacak!