Erdoğan’ın elinde iki testi: En az biri kırılacak

Geçen yıl yapılan genel seçimler CHP’de ve muhalefetin genelinde nasıl kapsamlı bir sarsıntıya yol açtıysa 31 Mart yerel seçimleri de benzer şekilde iktidar bloku içindeki çatlakları daha belirgin hale getirdi. Erdoğan, bir yandan partneri Bahçeli’yi zapt ederken diğer yandan da siyasi sıkışmışlığını aşmak için kendine yeni olanaklar yaratmaya çalışıyor. Elindekinden memnun olmasa da daha fazlasını kazanmayı garanti altına almadan mevcudu kaybetmek istemiyor.

Erdoğan siyasi kariyerinin en zor süreçlerinden birini yaşıyor. İktidarının ilk döneminde geniş iktisadi kaynaklar, dışarıdan akan sıcak para, Batı’nın desteği ve ideolojik hegemonya ile memleketi yöneten Erdoğan’ın bugün tek yapabildiği MHP ile kol kola girip korku, endişe ve güvenlik histerisi tetikleyerek halkın rızasını almak. Fakat gittikçe kötüleşen ekonomik vaziyet, halkın her gün azalan refah düzeyi ve beklenmedik ölçüdeki ağır yerel seçim yenilgisi, Erdoğan’ı daha önce yüzleşmeye alışık olmadığı şartlarla karşı karşıya bıraktı.

Araba devrilince yol gösteren çok olurmuş. Yerel seçim mağlubiyeti AKP içinde bu türden bir muhasebe süreci başlattı. İktidar yanlısı gazetecilerden Abdülkadir Selvi’nin geçen hafta kaleme aldığı ve “Osman Kavala’nın, Gezicilerin hapiste tutulmasının Türkiye’ye ne yararı var?” sorusunu gündeme getirdiği yazısı bunun yansımalarından biri. Selvi, hukuka, iktidara sağlayacağı yarar üzerinden değer biçme ilkesizliğini sergilese de mevcut siyasi koordinatların AKP’ye toplumsal destek kaybettirdiğini ve farklı bir rota belirlenmesinin zorunlu hale geldiğini kabul etmiş oldu. Tabii bu yalnızca Selvi’nin şahsi görüşü değil; AKP içinden alternatif bir bakışı temsil ediyor.

Dün de AKP’nin eski sözcülerinden Hüseyin Çelik’in açıklamaları tartışma yarattı. Serbestiyet’ten Hilal Köylü’ye konuşan Çelik, AKP’nin MHP’ye mahkûm olduğunu, bu nedenle Kürt oylarını kaybettiğini ve fabrika ayarlarına dönmemesi durumunda gerilemeye devam edeceğini söyledi. Belki Çelik’in bugün parti içinde sorumluluğu bulunmuyor ancak onun yaklaşımının AKP kurmaylarında ve kadrolarında karşılığının olduğunu varsaymak yanlış olmaz.

Çelik’in “Partideki ikinci adam” dediği Hayati Yazıcı’nın -sonradan paylaşımını silse de- Van gerilimde DEM Partili Abdullah Zeydan lehine verilen YSK kararına övgüde bulunması da AKP’deki farklı pozisyon alışların, yeni arayışların tezahürüydü. Öte yandan hem Çelik’in hem de Yazıcı’nın “cinnet hali” tanımını kullanması dikkat çekiciydi. Çelik bu ifadeyi MHP ile kurulan ittifak için, Yazıcı da Zeydan’a mazbata verilmemesi yönündeki ilk karar için kullandı. Belli ki AKP içinde MHP’ye mesafeli olan kanat, partinin bu ittifakla geldiği çizgiyi bir “cinnet hali” olarak kodlama konusunda mutabık.

AKP yerel seçimin çaldığı çan seslerini duysa da ittifak ortağı MHP, aynı kavrayışa sahip değil. MHP’ye göre iktidar cephesi, 31 Mart’ta yenilgi yaşamadı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, yaptığı spesifik hesaplamayla oy oranlarının yüzde 16 olduğunu iddia ederken, Devlet Bahçeli ise geçen haftaki grup konuşmasında “MHP seçimlerden başarıyla çıkmıştır. Kimse bu başarıyı karalamaya teşebbüs etmemelidir” değerlendirmesini yaptı. MHP bir başarısızlık görmediği için başarısızlığa sebep olan faktörleri tartışmayı da gerekli görmüyor. Bu nedenle parti liderliği, iktidar mekanizmasının aynı şekilde yola devam etmesi yönünde bir kanaatine sahip.

Devlet Bahçeli’nin önceki gün Mehmet Şimşek üzerinden verdiği mesajlar da söz konusu yaklaşımın bir parçası. Konunun hükümetin izlemekte olduğu “Şimşek programı”ndan ve Şimşek’in kişisel fikirlerinden ibaret olmadığı açık. Bahçeli, Şimşek’e söylüyor ama Erdoğan’a “Sen anla” demeye getiriyor. Çünkü Şimşek’in ekonominin başına getirilmesinin ne türden potansiyeller barındırdığının farkında. Meseleyi sadece “rasyonel ekonomi” politikalarıyla sınırlı görmeyip Şimşek programını bir “siyasi paket” olarak ele alıyor. Haksız sayılmaz, zira o program beraberinde bir dizi siyasi ayar da gerektiriyor. İşte o ayarlarda yapılabilecek muhtemel regülasyonlar, yani Batı’ya, yabancı yatırımcıya ve döviz girişine muhtaç hale gelen Saray yönetiminin zorunlu bir “yumuşama” safhasına geçme ihtimali, AKP-MHP ittifakının ideolojik harcını gevşetecek bir yön değişikliğini tetikleyebilir. Bahçeli de bunu görerek aynı konuşmasına DEM Parti’yi de dahil etti ve Erdoğan’a kendi kırmızı çizgilerini hatırlattı. Bir benzerini Van geriliminde Erdoğan’ın Saray’daki danışmalarından ve AKP-MHP ittifakının muhafızlarından Mehmet Uçum yapmış, “Neoliberal zehirle zihin dünyalarını batıcılığa teslim etmişlerin Van olayında aldıkları tutumları” not ettiklerini söylemişti.

Tüm bu olup bitenler karşısında Erdoğan itidalli bir görüntü çizmeye, ortada bir kargaşa hali yokmuş gibi davranmaya çalışıyor. Irak dönüşü yaptığı açıklamada, Şimşek meselesine hiç değinmeden Bahçeli’nin DEM Parti’ye dair söylediklerini, “Sayın Bahçeli’nin yapmış olduğu açıklamalar Anayasa hükmünün icrasından başka bir şey değildir” şeklinde yorumlayarak olaya bir sıradanlık atfetmesi bunun uzantısı. Henüz net bir karar almak ve ekseni değiştirmek için erken; bunun olanaklı olup olmadığını büyük oranda ekonomideki performans ve ona bağlı olarak şekillenecek sosyal-siyasal reaksiyonlar gösterecek. Ancak Erdoğan’ın uzun vadede Şimşek programının içerdiği siyasi paket ile Bahçeli arasındaki çelişkiyi idare edebilme şansı zayıf. Testilerden birinin kırılacağı gün er ya da geç gelecek.