Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Paulo Coelho, dünyaca tanınan Brezilyalı bir yazar. Romancı olarak ünlendi ama daha önceleri şarkı sözü yazıyormuş. Ona asıl ününü sağlayan, Simyacı kitabı oldu. Sonra önü açıldı; çok yazan ve çok satan bir yazar olarak tüm dünyada tanındı.

Simyacı’yı yıllar önce Can Yayınları, Özdemir İnce’nin çevirisiyle yayımlamıştı. Paulo Coelho’nun yeni kitabı da yine Özdemir İnce çevirisiyle aynı yayınevinden çıktı. Kitabın adı “Mektub”.

Yayınevinin tanıtımına göre, “Paulo Coelho, Mektub’da farklı kültürlerin gözünden rengârenk bir deneyim hazinesi sunuyor.”

Özgün adı “Maktoub” ya da “Mektoub” olan bu kitabın Türkçeye “Mektub” diye aktarılmasını yadırgamıştım. Koskoca Can Yayınları, kitap kapağında yazım yanlışı yapmayacağına göre, bu seçimin mutlaka mantıklı bir gerekçesi olmalıydı. Merakımı gidermek için yayınevine ileti yazdım. Gelen yanıtta, “Mektup” sözcüğünü neden “Mektub”  diye yazdıklarını şöyle açıklıyorlardı:

Attila Bey merhaba, 

Bu soruyu bekliyorduk biz de. Kitapta Mektub adının kullanıldığı ilk yerde, çevirmenimiz Özdemir Bey şöyle bir not düşüyor:

(Sözcük), Arapça ‘Kataba’ fiilinden geliyor. Kitap anlamına gelen ‘Kitab’ ile yazar anlamına gelen ‘kâtib’ de aynı fiilden. ‘Maktoub’, yukarıda yazılmış, Tanrı tarafından yazılmış, ‘kader’ ve ‘yazgı’ anlamında. Sözcüğün yazı ve yazılma eylemleriyle ilgisini yitirmemek için Simyacı’yı çevirirken de karşılık olarak ‘kader’ ve ‘yazgı’ anlamlarını değil, yazmak ve yazı eylemleriyle ilişkisini korumak için ‘mektub’ karşılığını kullanmıştım. (Ç.N.)

Bu açıklamayı Türkçe dilbilgisi açısından doyurucu bulmadığımı belirtince bu kez kitabın editöründen şu yanıt geldi:

“Bu tepkileri tahmin ediyorduk. Bu, çevirmenlerin inisiyatif alması konusunun bir örneği. Can Yayınları olarak da buna hep saygı duymuşuz aslında. Bir yapıtı yapıtlaştıran, hiç şüphesiz ki onu kaleme alan yazarı. Öte yandan çeviri eserlerde çevirmenin yazarla kurduğu bağ (Coelho ile İnce yakın dost), çevirdiği metinle ilişkisi, metnin derdini anlatabilmesi için girdiği çaba ve özgünlüğü de o eseri ‘o’ eser yapıyor. Bu da edebiyatın sanat boyutunun bir parçası tabii. Bu nedenle çevirmenin sonnotta belirttiği ‘yazı ve yazılma eylemleriyle ilgisini koruma’ kaygısına kulak veriyoruz.”  

Benim eleştirim, Arapça kökenli bir sözcüğün, kitap kapağında Türkçe yazım kuralına göre yazılmamış olmasıyla ilgiliydi.

Kitabı “Maktoub”, “Maktub” ya da “Mektoub” ya diye yayımlasalar, orijinali böyleymiş der, geçerdim. Ama madem Türkçeye çeviriyorsunuz, o zaman dilimizim yazım kuralına uymanız gerekir. Bakın, en kapsamlı Osmanlıca -Türkçe sözlüklerden birini yazmış olan Ferit Devellioğlu da “mektûb” sözcüğünün Türkçe yazım biçimini “mektup” diye göstermiş, Nasıl ki aynı kökten gelen “mekteb” sözcüğünü Türkçe yazım kuralına uygun olarak “mektep” diye yazıyorsak “mektub”u da “mektup” diye yazmamız gerekiyor.  "Mektup" sözcüğünün anlamı ve yazım biçimi bellidir. Bu sözcük eğer kitabın içeriğini yansıtmakta yetersiz kalıyorsa o zaman ad olarak daha uygun bir sözcük bulursunuz. Ama "mektup"u "mektub" diye yazarak Türkçede yeni bir anlam oluşturmuş olmazsınız.  

∗∗∗

HAFTANIN NOTU

YASAĞIN DA YASAĞI VARMIŞ!

Ülkede adaletin çivisi çıktı ya, artık belgeli-kanıtlı haberlere bile “erişim yasağı” geliyor!

Neden yasak? Haber gerçek değilse açıklama gönderir, yalanlar, doğrusunu anlatırsınız!

Bunu yapamıyorlar! Çünkü yazılanların eksiği var, fazlası yok!

Öyleyse ne yapmalı? Parayı bastırıp çeteleşmiş kimi yargıçlardan “erişim yasağı” çıkartmalı!

Karaparacıları, uyuşturucu baronlarını, suç örgütü yöneticilerini koruyan düzenek böyle çalışıyor.

Bunu biz söylemiyoruz, yargının en tepesindeki bir başsavcı açıklıyor!

Arkadaşımız Timur Soykan ortaya serdi ki mahkemelerden lehte karar çıkartmanın tarifesi varmış. Hem de öyle ufak tefek rüşvetlerle değil, akıl almaz paralarla dönüyormuş bu çark!

Siz eğer gazeteci olarak bu çarka çomak sokarsanız, karanlık adamlar, paranın gücüyle işlerini yürütüp hemen erişim yasağı koyduruyorlar haberlerinize. Bu saçmalığı haberleştirdiğinizde ise ikinci yasak geliyor:

“Erişim yasağının haberleştirilmesi de yasaktır!”

Bu olay bana, Menderes iktidarının son dönemindeki bir uygulamayı anımsattı.

Gazetelerin yayın yasaklarına boğulduğu, gazetecilerin cezaevlerine doldurulduğu günler… Sıkıyönetim Komutanlıklarından sürekli “neşir yasağı” yazıları geliyor, gazeteler de bunları olduğu gibi yayımlıyor… Adamlar bir süre sonra ayırdına varıyor ki yayımlanmasını istemedikleri olayların tüm ayrıntıları zaten bu metinlerde var! Bu durumda yasağın bir anlamı kalmıyor. O zaman uyanıp “İşbu neşir yasağının neşri dahi yasaktır” diye göndermeye başlıyorlar yayın yasaklarını!

AKP yargısı da şimdi benzer bir yol izliyor.

“Erişim yasağının haberleştirilmesine de erişim yasağı getirilmesi”, ancak adında “Adalet” olan bir partiye yakışırdı!

“Hamdolsun”, o da oldu “netekim”!