Seçim sonrası tartışmalar CHP etrafında yoğunlaşmış durumda. İlk haftalarda seçimin kaybedilmesinin gerekçeleri üzerine yürüyen analiz ve tartışmalar son günlerde CHP’deki “değişim tartışmalarına” odaklanmış durumda. Muhalefetin ana gövdesini oluşturması ve seçim sürecinin ana yürütücüsü olması nedeniyle anlaşılabilir bir şey. Ancak bu tartışmaların iktidar medyasının pespaye yorumcularının diline kadar düşmesi yıllarını partiye vermiş, umut bağlamış birçok insanı rahatsız ediyor. Ancak rahatsız olmayalım çünkü “Kamuoyu önünde tartışmayalım” diyenler değişimi boğmak isteyen, parti içi demokratik tartışmaların önünü kapatan, örgütlere kayyum atayan, ihraç kararlarını imzalayan kişiler.

***

Ben değişim tartışmalarına dair bir yöntem önerisi ve eleştiri getirirken tam buradan başlamak istiyorum; niçin parti içi değişim tartışmaları iktidar medyasını bile meşgul edecek kadar “gürültülü” oluyor? Pozitif taraftan bakılacak olursa CHP’nin önemine işaret edebilir bu durum. Ancak asıl gerekçe parti içi karar ve tartışma süreçlerinin anti demokratikleştirilmesi ve elitler arası bir konu olarak görülmesi. Değişim ve yenileşme öncülüğüne soyunan parti elitlerinin aynı yöntemi dayatacakları anlaşılıyor. İşte muhtemel ve muhayyel tüzük değişikliği için belirlenen yöntem: 1 milyon 300 bin üyeye yeni tüzüğün nasıl olması gerektiğine ilişkin fikirlerini almak için mesaj gönderilmiş! Ne kadar demokratik değil mi? Peki gönderilen görüşleri nereden bileceğiz, bunu kim okuyacak, kim denetleyecek, tartışmalar nasıl yapılacak? Mevcut tüzüğü uygulamayan ve 2018 tüzük kurultayında karar yeter sayısı bile olmadan, oyları saymadan “kabul edenler, etmeyenler, kabul edilmiştir!” rezilliğini yaşatanlara mı güveneceğiz?

Burada her kademedeki partilinin kıskançlıkla sahip çıkması gerek ilk yöntem ortaya çıkıyor: şeffaf, katılımcı, tartışmaya açık, hesap sorulabilir mekanizmalarla tüzük ve program çalışması yapılmalıdır. Aksi halde mevcut tüzüğü bile uygulamayan aktörlere bir de değişimin ve “yenilenmenin şampiyonluğu” payesi verilir. Uygulanmayan tüzük ve program serisine bir yenisi eklenir.

***

Unutulmamalı ki yaşanan yenilgilerden sorumlu olan ve parti iktidarını elinde tutanlar, medyaya daha rahat ulaşabildikleri için tartışmaları manipüle edebiliyorlar. O kadar ki hem yenilgideki sorumluluklarını örtüyorlar hem halen oturdukları parti iktidarı koltuklarının konforunu sürüyorlar hem de dönüp değişim şart diyerek geleceklerini garanti ediyorlar. Seçime giderken CHP’deki “değişimi” alkışlayanlar, teorisyenliğine soyunanlar, doktrinini yazanlar, iyi niyetli eleştiri getirenleri bile “lanetli” hale getiriyorlardı. Şimdi değişim dönüşüm üzerine makale ve röportaj döşeniyorlar! Solu, sosyal demokrasiyi, laikliği, “altı oku” unutanlar bu kez tabanı yakalamak için aniden “aydınlanmış!” görünüyorlar. O zaman ikinci referans: Yenilgiyi getiren politikaları belirleyenler, alkışlayanlar, ses çıkarmayanlar sağlıklı bir değişim sürecinin aktörü olamazlar, olmamalılar.

Tüm bunlardan daha önemlisi ise değişimin politik zemine oturtulması gereğidir. Herhangi bir siyasi yapıdaki değişim mevcut durumun tarifi ve eleştirisi ile başlar. Sonra “yeni” tarif edilip çerçevesi demokratik bir şekilde belirlenir. Ancak söz konusu olan CHP gibi danışmanlar ve kampanyacıların siyasi laboratuvarı, sağ partilerin “milletvekili sebili” haline getirilip temsil ettikleri kitle ve değerlerle mesafesi açılmış bir parti ise bu değişim tartışmasının daha köklü olması gerekir. Unutulmamalı ki CHP seçim öncesinde de değişti diye içerden dışarıdan alkışlanıyordu. Bu çerçevede parti egemenleri tarafından hayata geçirilen “önceki değişimin” analizi yapılmalı: Yani şimdi neyiz? Bu analizle başlamayan tartışmalar eksik olacaktır.

***

Solun eleştirdiği ancak liberallerin, küskün AKP’lilerin, tarikat önderlerinin, Fetullahçı eskilerinin alkışladığı bu değişim neydi? Atılan adımlar ve izlenen politikalar basitçe seçim kazanmak için mi yapıldı yoksa parti egemenlerinin artık içselleştirdiği, partinin sağa/merkez sağa oturtulma çabası mıydı?

Ben parti iktidarını yıllardır elinde tutanların bilinçli bir şekilde “partinin merkez sağ/muhafazakâr bir çizgiye oturması gerektiği fikrine ikna oldukları” kanaatindeyim. Artık sağ/sol kalmadı tespitinden tutun, iletişim dilinin muhafazakarlaşmasına, laikliğin unutulup tarikatlara temsil verilmesine kadar birçok göstergesi var bunun. Bir diğer gösterge de kadro/danışman tercihleri ve sağın şampiyonu olan figürlerin meşrulaştırılması. Özetle izlenen politikalar taktik hamleleri değil bu politikaları yürütenlerin politik inançlarını gösteriyor artık. Nitekim seçim sonrası yola devam kararı verilen kadrolar da açıkça bu tutumda ısrarcı olunacağını gösteriyor. O nedenle olsa gerek şimdi değişime örgütten/üyeden başlamak istiyorlar! En çok da altı doldurulmamış, özeleştiri içermeyen bir değişim yaygarası ve popüler figürler eliyle “ilerletecek bir değişimin” dinamiklerinin boğulması ve tabiri caiz ise değişimin çalınması riski söz konusu.

Sahici ve olumlu anlamda bir değişim için kadro, politik tutum ve yönetim tarzı olarak bir “kopuş” yaşanmalıdır. Önümüzdeki yazılarda özellikle değişimin politik yönüne dair düşüncelerimi detaylandırmaya çalışacağım.