Süregiden ekonomik krizin üzerine yaşanan büyük 6 Şubat depremleri yıllardır altı oyulan, içi boşaltılan kurumların, resmî rakamlara göre 50 binden fazla insanımızın ölümüne sebep olan binalar gibi, ne kadar zayıf ve çürük olduğunu en acı şekliyle gözler önüne serdi. Bir anlamda, ülkece yaşadığımız maddi ve manevi çöküş somutlaştı. Milyonlarca insan doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendi. Depremden yaklaşık üç ay sonra önüne sandık koyulacak seçmenin kararında bu felaketin ne derece etkili olacağı da böylece tartışılmaya başlandı.


***

Akıllara ilk gelen ve yine resmî rakamlara göre 18 binden fazla insanın öldüğü büyük 1999 depremiydi. Öncesi ve sonrasına dair yapılan tespitlere bakıldığında, aradan geçen yirmi dört yılda pek de kayda değer bir yol alınamadığı gibi, Kızılay’ın geçmişte depremzedelere çadır dağıtırken artık satış yapan ticari bir şirkete dönüştürüldüğünü gördük. Yerel ve merkezi idare yine depreme hazırlıksız yakalanmıştı. Ölümleri artıracak seviyede koordinasyon eksikliği vardı. Yapı kalitesi düşüktü. Bilimsel veri ve deneyimlerin açıkça ortaya koyduğu gibi Türkiye, şiddetli ve yıkıcı depremlerin sıklıkla yaşandığı, yaşanacağı bir coğrafyaydı ve buna rağmen gerekli önlemler alınmamış, çıkarılan imar aflarıyla kaçak ve ruhsatsız yapılaşmaya resmiyet kazandırılmıştı.

***

17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin, ülke ekonomisine ciddi anlamda zarar verdiği ve 2001’de yaşanan mali krizin ortaya çıkmasında etkili olduğu üzerinde ortaklaşılan bir konu. Dönemin, DSP-ANAP-MHP koalisyonundan oluşan hükümeti bölgeye yardım ve ekipman ulaştırmakta geç kalmakla eleştirilmişti. Üç yıl sonra gerçekleştirilen 2002 seçimlerinde halk, depremin ve ekonomik krizin yıprattığı hükümeti, siyaset sahnesinin yeni aktörü AKP ile değiştirdi. Deprem, meydana geldiği bölgenin dışına taşıp Türkiye’de siyasetin yeni bir yöne doğru ilerlemesinde etkili oldu. 6 Şubat 2023 depremleri ise 14 Mayıs’taki seçime üç ay kala yaşanmış ve hali hazırda süren ağır ekonomik krizin üzerine eklenmişti. İlk bakışta bir yandan “boş tencerenin götürmeyeceyeceği iktidar yoktur” söylemi, diğer yandan “depremle gelen depremle gidecek” yargısı siyasette yeni bir iktidar ve liderin önünü açacağına dair fikri güçlendirdi.

***

Ancak bu kez tablo farklıydı. Yirmi bir yıllık AKP iktidarı ve tonu gittikçe koyulaşan rekabetçi otoriterlik, toplumda kutuplaşma yaratmış; bu süreçte meydana gelen darbe girişimi ve terör olayları, göçmen sorunu ve ekonomik kriz belirsizlik ortamını derinleştirip halkı güvenlikçi ve savunmacı bir hatta sıkıştırmıştı. Depremin sebep olduğu derin acı, öfke ve kayıp duygusu; haklı olarak yaşamsal ihtiyaçlara ivedilikle kavuşma isteği ve ekonomik darboğazın tetiklediği eldeki azıcık aştan da olma korkusuyla birleşince beklenen düzeyde bir siyasi kırılma ve değişime yol açmadı. Depremzedelerin duygularını paylaşabileceği, yaşananları beraber ve sağlıklı bir şekilde değerlendirebileceği insani barınma ve toplanma koşulları da hükümet tarafından bilerek ya da beceriksizlikten hızlıca oluşturul(a)madı. İnsanların, belirsiz ve kaotik durumlarda tercihini bildiği, alıştığı düzen ve kişilerden yana kullandığı bilinen bir gerçek. Buna karşın sivil dayanışmanın önemi ve muhalif partilerin yerel ağlarını güçlendirme gerekliliği de ortada.

***

Seçmenin neredeyse yarısı siyasette değişim istediğini gösterdi. Bir kesim ise, belli ki bunun için kendini yeteri kadar güvende hissetmiyor. Önümüzde yerel seçimler var. Muhalefet partilerinin de, tıpkı Erdoğan’ın ilan etti gibi 28 Mayıs akşamından itibaren çalışmalara başlamış olması gerekiyor(du), zira bir yıldan az bir zaman kaldı. Ev ev, sokak sokak, mahalle mahalle gezmeyi gerektiren yerel seçim çalışmaları, tereddütlü ve değişimden korkan seçmenle bir araya gelmek için önemli bir fırsat olarak görülüp değerlendirilmeli. Kısacası, siyasetçiler için kolları sıvayıp yola koyulma zamanı. Demokrasinin, sandıklara atılan oylardan ibaret olmadığı ziyadesiyle idrak edildi diye umut ediyorum.