Otoriter yönetimlerin ilk işinin ifade özgürlüğünü kısıtlayarak, gazetecilik mesleğine savaş açmak olduğu bilinen bir gerçek. Devletin ve halktan temsil yetkisi alan yöneticilerin, kamu yararını esas alarak sorumluluğunu yerine getirip getirmediğinin takibi gazeteciliğin birincil görevi ve dolayısıyla bağımsızlığı, halkın gerçek bilgiye ulaşma hakkının da ön şartı. Bunun yanında, demokrasilerin olmazsa olmazı sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütlerinin de güç aygıtını elinde bulunduranların eğip bükemeyeceği bilimsel bilgi birikimleriyle hak mücadelesindeki yeri ve önemi çok büyük.

Etkili bir muhalefetten bahsedemeyecek seviyeye gelindiğinde de, iktidarın ktidarda kalma koşullarının meşruluğu elbette tartışmalı. Bugün, varlığı demokrasi göstergesi olan bu dört alanın yoğun baskı altında bırakıldığı, yine bağımsız olması beklenirken ceza ve cezasızlık kararlarıyla toplumsal vicdana aykırı işleyen yargı süreçlerinde katiller, tecavüzcüler ve uyuşturucu satıcılarından bile daha tehlikeliymişler gibi muamele görmeleri otoriter yönetimlerin de varlığını sürdürebilme koşulu. Doğayla kavga halinde yürütülen ranta dayalı kalkındırma hamlelerinin önüne, bilimsel bilgiye dayalı ve uzun vadeli sürdürülebilirlik öneren uzmanların çıkıyor olması, ‘böyle istiyorum, öyle olacak’ tarzını benimseyen her yönetimin elbette canını sıkar. Üstelik bu uzmanlar, meslek odaları gibi birlikte mücadeleyi güçlendiren bir mekanizmaya da sahipken... Bununla birlikte işkenceyle mücadeleden vicdani ret hakkına; ifade özgürlüğünden çevre hakkına; kadına yönelik şiddetten LGBTİ+ haklarına; cinsiyet eşitliğinden nefret suçları ve ayrımcılıkla mücadeleye kadar pek çok alanda varlık gösteren sivil toplum kuruluşları da keyfi hareket etmek isteyen otoriter yönetimler için doğal bir tehdit oluşturuyor. Sivil toplum kuruluşları tıpkı meslek örgütleri gibi ülkenin kalkınması ve güçlenmesinin önünde duran, güvenliği tehdit eden düşmanlarmış gibi suçlanıp cezalandırılıyor. Ve bir de tabi bütün bunları yazılı ve görsel olarak belgeleyen gazeteciler var ki, otoriter yönetimler için büyük baş ağrısı! İran, Çin, Türkiye... hepsi dünyada en çok gazeteci hapseden ülkeler arasında.  

Günlerdir gözümüz, kulağımız Muğla Akbelen’de. AKP’nin gözde şirketlerinden Limak ve IC İçtaş ortaklığıyla kurulan YK Enerji, uzmanların aktardığına göre Türkiye’nin sadece yüzde 1’lik elektrik ihtiyacını karşılayan bir termik santrale kömür sağlamak için jandarma korumasında asırlık ağaçları kesiyor. Hem de iklim krizinden öncelikli etkilenecek yerler arasında gösterilen bir bölgede!   Betonların ortasında ağaçsız yaşamaya alıştırılmış milyonlarca insan için olayın vehameti ancak alanda direnişçilerin yanında işlerini yapan gazeteciler sayesinde görünür oluyor. Şarkıda söylendiği gibi “orda bir köy var uzakta, gitmesek de, görmesek de o köy bizim köy” ama işte görmeyince talan ediyorlar. O uzak köyleri yakın eden gazeteciler sayesinde görebiliyoruz biz kesilmesin diye ağaca sarılan Melahat Abla’yı. Güneşin altında ormanı korumak için nöbet tutan 93 yaşındaki Galip dede ve 87 yaşındaki Gülsüm nineyle tanışıyoruz. Jandarmanın karşısında el ele duran çevrecileri, TOMA’yı vura vura geri çekilmeye zorlayan YSP vekili Burcugül Çubuk’un inadını, jandarmanın kesilecek ağaçların gölgesinde dinlendiğini, “şirketin değil bizim askerimiz olun” diye bağıran Nejla Işık’ı gazeteciler sayesinde tanıyoruz.  

Ormandaki direniş nöbetini görüntüleyen gazeteci Kazım Kızıl’ın gözünün içine biber gazı sıktı jandarma. Onu da başka bir gazeteci belgeledi. Muhabirler Bülent Kılıç, Berkcan Zengin ve Murat Kocabaş’ın fiziksel şiddete uğradığını, Kocabaş’ın kasıklarından tekmelendiğini, Zengin’in kamerasının TOMA suyuyla kullanılamaz hale geldiğini bize ve dünyaya gazeteci Kazım Kızıl duyurdu. Ormandaki tahribatı gösteren şok edici fotoğrafları çektiler, yazdıkları haberlerle direnişçilerin sesini dalga dalga büyüttüler. Her hak mücadelesinde olduğu gibi işini yapmak üzere Akbelen’de bulunan ve yaşananları aktaran gazeteci Zeynep Kuray, ifadeye çağırıldığını duyurdu. Kendisine destek vermek için Milas Jandarma Komutanlığı’na giden Berkcan Zengin’in de ifadesinin alınmak istendiği ortaya çıktı. Gazetecilere, hem işlerini yaptıkları hem de meslektaşlarına destek oldukları için, tıpkı Matruşka bebekleri gibi birbirini doğuran suçlamalar yöneltiliyor. Gazeteciler, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ve siyaseti halkın yanında mücadeleye katılarak yürüten muhalefet, gerçekte olan ile anlatılan arasındaki duvarı halk lehine ortadan kaldırarak otoriter yönetimlerin düzenine çomak sokuyor. Gerçeği talep etmeden demokrasi mücadelesi yürütemeyiz. Kaldı ki bu artık havamıza, suyumuza uzanmış bir yaşam mücadelesi.