Geçtiğimiz günlerde çok kısa bir süre içinde PKK terörü 21 can aldı. 

Gelinen nokta, çok uzun yıllardır süregelen bir türlü barışa yönelmeyen yanlış siyasetin bir sonucudur. 

Bir bütün olarak bakıldığında kolayca görülür ki, gerçekte, bir türlü sonu gelmeyen ve giderek toplumsal yaşamı tümüyle biçimlendiren şiddet süreci var. 

Ortam, insanımıza bir halk türküsünde dendiği gibi “ölüm sarmış her yanımı” dedirtiyor. 

12’LERLE BAŞLAYAN 

Terör, en yalın tanımıyla, siyasal amaçlı ve süreklilik kazanan insan öldürme olayıdır. Ülkemiz, terörü, ABD-yerli asker-sivil işbirliği ile uygulamaya konulan 12 Mart 1971’de faşizme geçiş süreciyle yaşamaya başladı. 12 Eylül 1980 sonrasında aynı kaynaklı terör daha da tırmandı. 1984’te başlayan PKK terörü bu genel tırmanışın bir alt öğesi olarak ortaya çıktı ve inişli çıkışlı bir yol izlese de “bitti, bitiyor” açıklamalarına karşın, öyle görülüyor ki çok güçlendi. 

Diğer yönden, temel özelliği, ülkenin bağımsızlığını ve emeğin haklarını savunanlara yönelik ve 1970’lerde başlayan terör, kitleselleşti ve iyice tırmandı; daha doğrusu tırmandırıldı. 

Bugüne dek aydınlatılmayan “karanlık çizgilerin ortak noktası” olarak şu üç örnek çok çarpıcıdır: “Kürtler Marmaris’ten vazgeçecek kadar aptal olmamalı” anlayışını sergileyen Musa Anter 20 Eylül 1992’de;  ulusal bağımsızlıkçı Uğur Mumcu 24 Ocak 1993’te; kardeşliği savunan Hrant Dink 19 Ocak 2007’de öldürüldü. 

Hiç unutmuyorum, Mumcu’nun cenaze töreninde dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, cinayetin faili ya da faillerinin bulunacağına, üstelik “devlet adına namus sözü” verdiği halde, o ve diğer faili meçhul siyasi cinayetler (FMC) ne o günlerde ne de sonrasında aydınlatıldı. 

Bugün ülke bir FMC mezarlığıdır. Bir kez daha vurgulayayım, FMC aydınlatılmadıkça, bu ülkeye demokrasi de gelmez barış da! 

Türkiye 2000’li yıllara barış umuduyla başladı. ABD, “günah çıkarırcasına” bir tutumla PKK lideri Abdullah Öcalan’ı dünyanın öbür ucunda yakalayıp Türkiye’ye teslim etti. Bu ülkenin yetersiz siyaseti, barışçı birikim ve donanımdan yoksun olduğundan buradan kalıcı barışa geçişi gerçekleştiremedi. Başbakan Erdoğan’ın 2013 barış girişimi, tüm “akil insan” katkılarına karşın başarısızlıkla sonuçlandı. İzleyen yıllarda toplumsal yapı da barıştan tamamıyla uzaklaştı. 

2013’te “barışı konuşan” siyaset, bu haftaki Meclis görüşmelerinin de kanıtladığı gibi, yalnızca “savaş konuşuyor”! 

Seçimlere gidilirken barışa dayalı bir siyaset yarışı gündeme getirilemiyor; seçim yarışı terör üzerinden yapılıyor. 

Hukukun işlediği, kurumların çalıştığı demokratik toplumlarda terörün günlük yaşamı belirlemesi asla söz konusu olamaz. Bizde terör günlük yaşamı tam anlamıyla esir alıyor. 

BUGÜN TERÖRE ESİR… 

Terörün etkileri o boyutlara varıyor ki, yanlışlar birbirini izliyor; CHP, 14 Ocak Tandoğan mitingini yapmaktan vazgeçiyor; ilk ve orta dereceli okullarda şehitler için saygı duruşu yapılarak körpe beyinlere savaşın izleri kazınmak isteniyor; terör nedeniyle seçim çalışmalarına ara veriliyor. 

Öyle bir siyasal ortam var ki, bir taraftan halkın ekmeği sürekli küçülürken, diğer taraftan F-16 satın almak için milyar dolarlar hazırlanıyor. Aynı anda TBMM’de içinde barışın kırıntısı bile bulunmayan “bildiri savaşları” yapılıyor. Bir parti başkanı geçmişte “kimi siyasi cinayetler mertçe” idi diyebiliyor! 

Dahası da var. Her gün  yaşanan kadın cinayetleri; ekonomik koşulların bunalttığı insanların çatışmasından gelen ölümler;  bir yıldır aydınlatılmayan Sinan Ateş cinayeti; Somali Devlet Başkanı’nın oğlunun neden olduğu ölümden elini kolunu sallayarak kurtulması; sokaklarda, trafikte bile silahlı çatışmalar yaşanması;  “kırmızı bültenle” aranan suç örgütü liderlerinin hesaplaşma ülkesi olunması, bunların bir bölümünün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılması;  silah kullanımının yaygınlaşması;  bir taraftan adliyede savcıların gözleri önünde  “hilafet ve saltanat” özlemlerinin dile getirilebilecek ölçüde güçlenmesi, bir taraftan da toplumun iliklerine dek ölümü güncellemesi sonucunu veriyor. Hele de Ortadoğu İslam coğrafyası, İran’ı ve Pakistan’ı da içerecek biçimde savaş ortamına sürüklenirken Türkiye’de ülke içi barışın geldiği çok “aşırı kırılganlık” aşaması, tek sözcükle,  korkutucudur. 

Tüm bu nedenlerle, daha fazla geç kalınmadan, barışsever “tüm kişi ve örgütlerin” ülke siyasetini barış için baskı altına alması ve iktidarıyla muhalefetiyle siyasetin barışa yönelmesi için her olanağı kullanması çok ama çok büyük bir önem taşıyor. Daha özelde, gelecek hafta yapılacak olan 31. Adalet ve Demokrasi etkinliklerinde, FMC’nin aydınlatılması ve barış isteğinin, çok kararlı bir biçimde olabildiğince kitleselleşmesi gerekiyor.  

Evet, barış, hemen şimdi!