1970’li yılların sol/sosyalist literatürüne aşina olanların, sempatizan sözcüğünü duyduklarında heyecanlandıklarını tahmin ederim. Çünkü bu sözcük, o literatürün neredeyse anahtar kelimesi gibiydi. Sadece yazılı literatürün değil, gündelik konuşmaların da muhtemelen en sık kullanılan sözcüklerinden biriydi.

Sempatizan, en başta örgütlü sosyalist gelenekler içindeki hiyerarşiyi hatırlatırdı. Sol-sosyalist örgütlerin henüz örgütlü olma aşamasına gelememiş ama çevresinde bulunan ve örgütlenmeye de aday olan kesimini vurgulamak için kullanılırdı. Hiyerarşinin en altında olmakla birlikte, bir örgütün çoğunluğu demekti. Bu nedenle de örgütlü siyaseti inşa eden, sürükleyen ve belirleyen dinamiklerden birisiydi. 78 kuşağının ürettiği yazılı literatüre göre, ülkenin her yanında süren toplumsal mücadelelerin hem temel gücü hem de haber vericisiydi. O yıllarda tüm sosyalist gazetelerde, memleketin ücra köylerinden ve kasabalarından haber gönderen ‘sempatizan mektuplarına’ yer verilirdi. Hatta bunu yapmayan bir sosyalist gazete düşünülemezdi. Değişik sosyalist geleneklerden gelen sempatizan mektupları, ilgili gazetelerin müstesna köşelerinden birini oluştururdu.

Sempatizanlar, sokağa taşınan siyasal muhalefetin asıl dinamiğiydi. İzinli gösterilerde kalabalık kortejlerin belirleyici gücü onlardı. Sadece izinli olanlarda değil, dönemin politik literatüründe ‘korsan gösteri’ olarak yer alan izinsiz gösterilerin de asıl taşıyıcı gücü sempatizanlardı. Şehrin kalabalık bir yerinde bir anda ortaya çıkar, slogan atar, türlü biçimlerde mesajını verir ve aynı hızla dağılırlardı. Bir kısmı lisansüstü tezlere konu olabilecek kadar iz bırakan bu eylemler uzun süre şehirlerin gündeminde kalırdı.

1970’li yıllarda herhangi bir sosyalist geleneğin gücü, sempatizanlarının sayısıyla ölçülürdü. Çünkü geleneği kamusal alanda etkili kılan şey muhalefet hallerinde ne kadar kitleyle görünür olduğuydu. Başka bir deyişle kitlesel gösteri alanına taşınmış sempatizanların sayısı, geleneğin meşruiyet sağlayıcı gücüydü. Bu yüzden sempatizan yoksa, aslında örgüt de yok demekti.

Sempatizanlar aynı zamanda siyasal geleneklerin duvar yazıcısı, afiş asıcısı veya bildiri dağıtıcı gücü olarak da işlev görmüşlerdi. Hemen her zaman kolluk kuvvetlerinin çok sert şiddetine açık türden meşakkatli işler genelde sempatizanlara düşerdi. Sempatizanlar bu anlamda hem siyasal geleneğin çeperinde yer almışlardı, hem de ona çeper olmuşlardı.

Aynı şekilde siyasal gelenekler arasında süren sert politik tartışmaların sonucunu belirleyen de genellikle sempatizanların tutumu olurdu. Onlar hararetli politik tartışmaların dinleyicileriydi ama edilgen değil, aktif ve gerektiğinde tartışmaya ortadan katılan, sözünü söyleyen ve hatta tartışmaların akışını belirleyen kesimdi. Derneklerde, kahvehanelerde, köy meydanlarında saatlerce süren bu politik polemiklerin belki de asıl konuşulanı da yine sempatizanlar olurdu.

Bir sosyalist geleneğe sempatizan olmak genellikle yakın çevrenin etkisiyle başlardı. Bu çevre bazen akraba, okuldan ve işyerinden arkadaşlar olurdu. Hangi siyasal geleneğin sempatizanları içine girileceğini bu ilişkilenmeler belirlerdi. Ama sempatizanlığın kamusallaşmasında asıl işlevi en iyi yerine getiren güç, bir siyasal gazete ya da dergi idi. Bu yüzden hemen her siyasal gelenek, bir yasal dergi çıkarmayı öncelikli iş olarak belirlerdi ve siyasal gelenekler bu dergilerle ve sempatizanlar ise giderek bu dergilerin kitlesi olarak anılmaya başlanırdı.

Özetle sempatizanlar Türkiye’de toplumsal muhalefetinin asıl dinamiği, sosyalist geleneklerin sürükleyici motoru olan bir sosyolojik kategoriydi. Örgütlü siyasal hareketlerin stratejilerine onlar karar vermiyordu ama bu stratejilerin hayata geçirilmesinde asıl görevi onlar üstleniyordu. Bunu üstlenmek, ağır bedeller ödemek demekti. Bundan dolayı afiş asarken, duvarlara yazı yazarken ya da sessizce okuluna, işine, mahallesine ve/veya evine giderken hayatından olan; toplumsal hafızanın kaydetmekte zorlandığı kadar çok sempatizan vardı. Ne var ki tarih, onları hakkettiği gibi ve hakkettiği ölçüde yazmadı, yazamadı.