Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Gazeteci arkadaşımız Saim Tokaçoğlu, iki yıl önce gönderdiği kısa notta, “Kiraların yükselmesiyle birlikte herkesin dilinde ‘kira fiyatları’ diye bir söz dolaşmaya başladı. ‘Kira fiyatı’ ne demek?” diye sormuş; kanıt olarak da CNN Türk’ten Sabah gazetesine, Hürriyet’ten Sözcü’ye, Cumhuriyet’ten BirGün’e, içinde “kira fiyatı” sözü geçen onlarca haberin linkini paylaşmıştı…

Biz de “Kira Fiyatı Olur mu?” başlıklı yazımızda (BirGün, 1 Kasım 2021), biraz Ekonomi Politik’ten söz ederek şöyle demiştik:

“Bir malın para olarak hesaplanan değişim değeri, onun fiyatını oluşturur. Malın / metanın değerini, içerdiği emeğin toplam miktarı belirler.”

“Fiyat”ın ekonomi bilimiyle ilgili tanımı, Dil Derneği sözlüğünde şöyle yapılmıştı: ‘Bir mal ya da hizmet için uygun görülen parasal karşılık.”

“Kira” ise bir taşınmazdan kullanım karşılığı alınan “bedel”di… 

Biz o yazının sonunda, “kira fiyatı” yerine “kira bedeli” demenin daha doğru olacağını belirtmiş ve eklemiştik:

“Klişelerin kolaycılığına kapılmadan, daha doğru ve yaratıcı anlatım biçimlerine kafa yormalı editörler…”

İki yıl önceki bu yazımıza şimdi yeniden dönmemiz nedensiz değil. 

Çünkü biz “kira fiyatı”nı düzeltmeye çalışırken 26 Temmuz’da Milliyet Ekonomi’nin manşetinde daha beter bir ifadeyle karşılaştık: “Aidat fiyatı”!

Dil Derneği’nin Türkçe Sözlük’ünde, Arapça “aidat” sözcüğü için “ödenti” ve “kesenek” karşılıkları verilmiş. Ama anlamı konusunda açıklama yapılmamış. O açıklamayı da TDK’nin Güncel Türkçe Sözlük’ünden aktaralım:

“1. isim Dernek, kuruluş, kulüp üyelerinin belli sürelerde, belli miktarlarda ödedikleri para; ödenti.
2. isim Bir hizmet karşılığı sürekli ve düzenli ödenen para.

Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi “aidat”, herhangi bir kuruluşa üyelik ya da apartman genel giderleri için düzenli ödenen paradır. Dolayısıyla bunun “kira” ile ilgisi yoktur. Çünkü ‘kira’, bir taşınmazdan kullanım karşılığı alınan bedeldir. Öyleyse Milliyet Ekonomi’nin manşetindeki ifade yanlıştır. Sözkonusu olan “aidat fiyatı” değil, “aidat miktarı”; öz Türkçe söyleyecek olursak “ödenti tutarı”dır.

***

KISA KISA

“Temsil konusunda yaşanan bu tenakus 12 Eylül cuntacılarının dikte ettiği seçim barajıyla daha da katmerlenirken, yıllarca yüzde 10 seviyesinde tutulan barajla en başta Kürtlerin, yanı sıra ‘marjinal’ diye adlandırılan sosyalistlerin ‘TBMM ulviliğini’ kirletmesi engellemeye çalışılmıştı.” (Yasin Durak, “Ehven-i Şer”, BirGün, 12 Nisan 2023)

(“Tenakus”, Arapçada azalma, eksilme demektir. Yasin Durak bu sözcüğü, “çelişki” anlamındaki “tenakuz”la karıştırmış olmalı.)

***

“Trabzon Büyükşehir Belediyesi’ne ait (…) plakalı yolcu midibüsü, Akçaabat’ın Dörtyol Mahallesi kavşağında dün akşam saatlerinde kontrolden çıkarak devrilmişti. Kazada hayatını kaybeden (…), bugün ikindi namazına müteakip Akpınar Mahallesi’ndeki Merkez İlköğretim Okulu önünde kılınan cenaze namazının ardından aynı mahalledeki aile kabristanlığında defnedildi.” (“AKP’li Trabzon Belediye Başkanı’na cenazede büyük tepki”, birgun.net, 5 Mayıs 2923, ANKA kaynaklı haberden.)

(“Kabristanlık” değil “kabristan”.)

***

Rıza Çalımbay, ülkemizin çok kıymetli bir değeridir.” (Serhan Asker’in Halk TV’deki “Görkemli Hatıralar” izlencesinden.)

(“Kıymet” ve “değer”, biri Arapça, öbürü Türkçe eşanlamlı sözcüklerdir. Birinin ötekini nitelemesi gülünç kaçıyor!)

***

HAFTANIN NOTU 

Öldürecek misiniz bu yaşlı generalleri?

Ülkenin dört bir yanında haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik kol geziyor…

Gezi’ciler, Kürt siyasetçiler, Çağdaş Hukukçular, “Barış Akademisyenleri”, Cumartesi Anneleri, direnen Akbelen köylüleri, Can Atalay, Merdan Yanardağ ve Saray rejiminin zulmüne uğramış daha niceleri… 

Bir de hasta hükümlü ve tutuklular var ki benim yüreğimi en çok onların durumu kanatıyor.  

Bu kesimin en büyük mağdurları ise bir inat uğruna içeride tutulan 28 Şubat döneminin yaşlı generalleri…

Hepsinin yaşı 80’in üzerinde. 93 yaşında olan bile var aralarında. Çoğunun ciddi sağlık sorunları olduğu biliniyor. Adli Tıp Kurumu’nun da raporları var bu konuda. Madımak katilleri, Hizbullah canavarları, mafya bozuntuları, çeşitli gerekçelerle birer ikişer dışarı salınırken, bu ülkeye kırk yıl, elli yıl hizmet etmiş komutanlar, “FÖTÖ’cü” savcıların düzenlediği iddianamelerle acımasızca cezaevinde tutuluyor!

Oysa bu savcıların, yargıçların karara bağladığı kumpas davaları çökmüş; yargılanan herkes aklanmış… Ama daha sonra sanıklardan bazıları özenle “seçilip” ikinci kez yargılanarak mahkûm edilmişler…

28 Şubat sürecini yakından izleyenler, o dönemde askerlerin kalkıştığı herhangi bir “darbe girişimi” olmadığını; Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu’nda 28 Şubat 1997’de alınan kararların uygulanması için bakanlara kendi imzasıyla yazı gönderdiğini; REFAHYOL Hükümeti’nin bu olaydan sonra dört ay daha işbaşında kaldığını; Erbakan’ın daha sonra protokol gereği Başbakanlık görevini Tansu Çiller’e devretmek amacıyla istifa ettiğini; 28 Şubat davası sürerken de o dönem hükümette yer almış hiçbir siyasetçinin askerlerden şikâyetçi olmadığını bilir.

Öyleyse nedir Erdoğan’ın bu yaşlı ve hasta emekli generallerle alıp veremediği?

2007 yılında 27 Nisan Bildirisi’yle AKP Hükümeti’ne “e-muhtıra” veren dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’a hiçbir zaman “darbeci” dememişti Erdoğan! Hatta bu generalle Dolmabahçe Sarayı’nda buluşup içeriği gizlenen bir görüşme yaptığı artık sır değil…

Peki “Muhtıracı” Büyükanıt’a böylesine “şevkat” gösterip emekli olurken de zırhlı araç ve “Devlet Şeref Madalyası” verenlerin, 28 Şubat sürecinde görevli yaşlı ve hasta generallere bitmeyen bu kini nereden kaynaklanıyor?

Bu işin içinde de bir “Fetökulli” olmasın!