Kapitalist-emperyalist dünya sisteminin tahakkümü altındaki yerkürenin dört bir köşesinde dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor. Kapitalist sistem yapısal bir krizin girdabında, emperyalist tahakkümde çatlaklar var. Bir kez daha çok kutuplu bir dünyaya yol alınırken gelişmeleri, yaşanılanları anlamak, anlamlandırmak için doğru referanslara her zamankinden de fazla ihtiyaç var.

Mayıs 1949'da Leo Huberman ve Paul M. Sweezy'nin editörlüğünde çıkan bağımsız sosyalist dergi Monthly Review referans olabilecek kaynakların en önemlilerden.

Albert Einstein’ın ilk sayıya "Neden Sosyalizm?" başlıklı makalesi ile katkıda bulunduğu Monthly Review, 74 yıldır “fikri savaş”a yığınak yapıyor.

Derginin yeni çıkan sayısı için çarpıcı bir yıldönümü yazısı kaleme alan baş editör John Bellamy Foster Amerikan emperyalizminin rolünü sorgularken Monthly Review'un bir sosyalist direniş organı olarak doğduğu dönemin pek çok açıdan bugüne benzediğine vurgu yapıyor.

TARİHİN TEKERRÜRÜ

Foster şöyle yazıyor; “1949'da Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş vardı. McCarthycilik yaygındı, sendikalar saldırı altındaydı ve güneyin kurumsallaşmış ırkçılığı tüm iktidar sisteminin ayrılmaz bir parçasıydı. ABD’nin termonükleer denemeleri yeni bir ekolojist hareketin ortaya çıkmasına vesile olurken, kadınlar derin bir sömürü sistemi içerisinde ev içine itildi. Tüm bunlar olurken de ABD’nin emperyal rolü, ‘biçim olarak demokratik, içerik olarak plütokratik’ olan daha baskıcı bir devlet aygıtına yol açtı.”

Amerika Birleşik Devletleri'nin emperyal rolü o tarihten bu yana değişmedi diyen Foster, şöyle devam eder: “Şu anda yeniden canlanan McCarthycilik ile birlikte Yeni Soğuk Savaş'ın ortasındayız. NATO'nun başındaki Washington, Ukrayna'da Rusya'yı istikrarsızlaştırmayı amaçlayan bir vekâlet savaşı yürütürken, Tayvan konusunda Çin'i geniş çaplı bir savaşla tehdit ediyor. Küresel nükleer imha hayaletinin küresel ekolojik imhada bir karşılığı var. İşçiler, kapitalist sınıfın sendikalara yönelik saldırılarıyla yüzleşirken, yaşam koşullarının kötüleşmesi karşısında yeniden canlanan bir sınıf mücadelesine girişmişlerdir. Black Lives Matter, ırkçılığın ABD sisteminin merkezinde yer almaya devam ettiğini gösterdi. Gerici güçlerin harekete geçmesiyle birlikte kadınların kürtaj hakları ellerinden alınırken, trans bireyler sürekli saldırı altında.”

BUGÜN TEHLİKE DAHA BÜYÜK

Foster’a göre İkinci Dünya Savaşı sonrası erken dönem ile günümüz arasında kesin paralellikler varsa da, bugün insanlığın karşı karşıya olduğu tehlikeler, sermayenin yapısal krizi ve bunun olası sonuçları nedeniyle çok daha büyük.

Foster şöyle aktarır: “Amerika Birleşik Devletleri'nin ve diğer çekirdek kapitalist devletlerin göreli ekonomik gerilemesi, tekelci kapitalizm altında birikimin durgunlaşmasına bağlanabilir. Bu durgunluk, birbirini izleyen finansal balonlarla birlikte ancak kısmen telafi edilebilmiştir. (Yaşananlar) artık hızla aşınmakta olan ABD hegemonyasına dayalı doların hâkimiyetinin devamını gerektirmektedir.”

HEGEMONYANIN GERİLEMESİ

Foster yazısında çarpıcı detaylara yer verir: “ABD ekonomisinin dünya GSYİH'sindeki payı 1950'de yüzde 50 iken 2021'de yüzde 23'e geriledi. Buna karşılık Çin'in dünya GSYİH'sindeki payı 1950'de yüzde 5 iken 2021'de yüzde 18'e yükseldi.”

Tüm mesele de esasında burada yatıyor. Bu gerçeklik ışığında emperyal düzeninin tehlikede olduğunu gören Washington, tek kutuplu bir dünya düzenini güvence altına almak için askeri saldırganlığına hız verdi. Dünyanın dört bir yanında üs açmaya devam eden ABD emperyalizmi, NATO'nun genişlemesiyle birlikte askeri müdahalelerinin temposunu arttırarak gerileyen hegemonyasını tahkim etme arayışında.

HEGEMONYANIN TESİSİ

Ukrayna’da sürdürülen esasında bir “vekâlet savaşı” olan çatışma Amerikan emperyalizminin bir varoluşsal hamlesidir. Bu etkinlik, nüfus mücadelesi Ukrayna ile de sınırlı kalmayacaktır. Çoktan “En büyük tehdit” ilan edilen Çin sırada bekliyor. Hint-Pasifik hattına yapılan yığınaktan da bunu pekâlâ görebiliyoruz.

Gerileyen hegemon gücün yarattığı boşluğu dolduran yeni hegemonik aktörlerin varlığı çok kutuplu bir sisteme kapı aralarken tüm bu yaşananlar büyük bir sancıya yol açıyor.   

Foster’ın da vurguladığı gibi, aradan geçen 74 yılda değişen pek bir şey yok. Koşullar, yaşananlar aynı, mücadele baki.