Amerikalı tarihçi Timothy Snyder’ın ‘Tiranlık Üzerine’ adlı kitabı (Olvido) Polonyalı düşünür Leszek Kolakowski’nin cümlesiyle başlıyor: “Siyasette kandırılmış olmak bir mazeret değildir.” Bunun sizi gülümsettiğini tahmin ediyorum zira hafızamızdaki yeri taze. Yine de notumuzu düşelim. İşimiz bu. Devletin kapıları yıllarca ve cömertçe kendilerine açılan Gülen Cemaati’ne mensup bir grup, artık ortağı olmaktan sıkılıp iktidarın kendisi olmaya karar verdiğinde, başarısızlıkla sonuçlanan ancak yüzlerce insanın öldüğü bir darbeye kalkışmıştı. AKP’nin yargı bağımsızlığını sağlamak adına ama yargıyı daha ağır bir şekilde yürütmenin etkisi altına alacağı daha o günden belli olan 12 Eylül 2010 referandumu için Fethullah Gülen, “İmkan olsa mezardakileri bile kaldırarak ‘evet’ oyu kullandırmak lazım, çünkü demokrasi adına çok önemli bir adım” diyen en muteber AKP destekçisiydi. 15 Temmuz’dan sonra FETÖ terör örgütü elebaşılığına terfi etti. Onlarca yıl kendisinin ve cemaatinin önü açıla açıla yerleştiği devlet kurumlarında paralel bir güç haline gelmiş, getirilmiş olmasının sorumluluğu ise havada kaldı. Erdoğan, 2012’de katıldığı Türkçe Olimpiyatları’nın kapanış töreninde ismini vermeden ülkeye dön çağrısı yaptığı Gülen’in, 15 Temmuz’dan sonra, aslında nasıl da “40 yıldır kanserli hücre gibi büyüyen bir örgüt” olduğunun farkına varmış ve bu ‘yanılgı’ için şöyle demişti: “Aldatıldım. Rabbim de, milletim de bizi affetsin.” Özetle, Kolakowski’nin “siyasette kandırılmış olmak bir mazeret değildir” cümlesiyle başlayan ‘Tiranlık Üzerine’, daha ilk sayfadan, acı bir gülümsemeyle selamlıyor bizi.

***

Snyder’ın, ‘yirminci yüzyıldan yirmi ders’ olarak özetlediği kitabındaki ilk ders “peşinen inat etmeyin.” Çünkü diyor yazar, “otoriterliğin gücünün büyük bir kısmı özgür bir iradeyle verilir. Bu gibi zamanlarda, bireyler baskıcı bir hükümetin daha neler isteyebileceğine odaklanır ve bunları kendilerinden daha talep edilmeden yerine getirirler. Bu duruma uyum sağlayan vatandaş, iktidara neler yapılabileceğini öğretir.” Demokratik ülkelerde iktidar meşruiyetini halkın iradesinden alır. Bunun için düzenli aralıklarla halkın önüne seçim sandığı konur. Ve fakat sağlıklı bir sonuç elde etmek için çeşitli ihtiyaçlar vardır. İktidara talip olanlar özgürce örgütlenebiliyor mu? Şartlar taraflar için eşit mi? Evet, sandık halk iradesini yansıtan önemli bir demokratik araçtır. Ancak ifade özgürlüğünden yargı bağımsızlığına, örgütlenme özgürlüğünden devlet kaynaklarının eşit şekilde kullanılabilirliği gibi başlıklar göz önüne alındığında, Türkiye’de bunların hiçbirinin olmadığı ve rekabetçi otoriter bir rejimle yönetildiği açıkça görülür. Bu yüzdendir ki demokrasinin sandıktan ibaret olmadığı gerçeği, AKP ve ortakları tarafından şiddetli bir itiraz, dahası ithamla bastırılmaya çalışılıyor. Sivil ve meslek gruplarının bir araya gelip örgütlenmesi ucu teröre vardırılarak kriminalize ediliyor. Bilimsel verilere göre hareket etmekle yükümlü meslek odaları; etnik ve dinsel ayrımcılığa uğrayan kişiler; kadın, çevre, çocuk, LGBTİ+ haklarını savunan örgütlenmeler düşmanlaştırılıyor. Bülent Ersoy’u sarayda ağırlayanlar, LGBTİ+ bireyleri hedef gösteriyor. Sonra birinin çıkıp, gökkuşağı çizdi diye hedef gösterdiği ilkokul öğretmeni açığa alındı. Vatandaş böylece iktidara daha neler yapabileceğini göstermiş oldu. Özgürlüğümüzü, herkesin hakkını ayrı ayrı köşelerden savunmasıyla sağlayamayız. Bir aradalık önemli. Bununla birlikte sınırların daraltılmasına net olarak karşı çıkacak siyasi bir tavra ve iradeye ihtiyacımız var.

***

Snyder’ın ikinci uyarısı “Kurumları koruyun.” Çünkü diyor, “Etik değerlerimizi korumamıza kurumlar yardımcı olurlar. Kurumlar, kendi kendilerini koruyamazlar. Biri bile baştan itibaren savunulmazsa diğerleri de ardı ardına yıkılır. İlgilendiğiniz bir kurum bulun -gazete, ilke, sendika- ve ona destek olun.” AKP iktidarı zaman içinde medyanın çok büyük bölümünü ele geçirdi. Geriye kalanı da, diğer sahibi olduğu yargının eliyle baskı altında tutuyor. Yine bir diğer kurum olan emniyet parti polisi gibi çalışıyor, sokaktan yükselen itiraza şiddetle cevap veriyor. Ve son olarak, kurumlarını korumayı başaramamış bizlerin vergileriyle ayakta duran TRT’de, ulusal ve uluslararası ne kadar hukuk, kanun, yasa maddesi varsa, hepsine ters düşerek oluşturulmuş davalardan birinin rehinesi olan Osman Kavala’yı konu alan bir dizi yayınlandı. Kişiliğine ve hukuki haklarına saldırılan, AİHM’nin uyarılarına rağmen mağduriyeti sürdürülen Kavala hakkında izleyicide bilerek suçlu olduğu algısı yaratılmaya çalışılan bu proje, tamamen kamu kaynakları kullanılarak hazırlanabildi. Çünkü itaatçılar kendi sınırlarını her gün genişletiyor ve bu tarz işler de meslek ahlak ilkelerine aldırmayanlar tarafından hayata geçiriliyor. Yazıyı yine Snyder’ın uyarısıyla bitireyim. “Dünyaya karşı sorumluluklarınızı üstlenin. Bugünün sembolleri, yarının gerçeklerini mümkün kılar. Nefret işaretlerinin farkında olun.”