Modern eğitimin kendine özgü dili ve mimarisi vardır. Düşünce bu ikisiyle doğrudan ilgilidir. Aynı şey dinler için de geçerlidir; ancak dinin dili ve mimarisi düşünceyle ilgili değildir. Modern eğitim tarihi aynı zamanda özgürleşme (skolastikten/dogmadan kurtulma) tarihidir. O nedenle dinle eğitim birlikte düşünülemez diyoruz. Türkiye, uzun süredir modern eğitimle dini, dinle modern eğitimi birlikte yürütmeye çalışıyor(du). Nihayet İslamcılar da din-eğitim uzlaşmazlığını anlamış olmalı ki eğitimin dilini ve bilgisini kullanmaktan vazgeçip tamamen din eğitimine yönelmeye karar verdiler. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli böyle bir yönelimin işaretlerini veriyor: Bunu, bilim ve dil karşıtlığının gizlemeye gerek duymadan açıkça ilan edilmiş olmasından anlıyoruz. Eğitim yerine maarif sözcüğünün tercih edilmesi, ulusal iletişim dili yerine dinin dilinin kullanılmasına yönelik açık bir telkindir. Ortaöğretimdeki din derslerinden birinin adının adabımuaşeret olması; hikmet, medeniyet, mana, aklıselim, kalbiselim, zevkiselim gibi eğitim ve iletişim dilinde kullanılmayan çok sayıda dini ifadenin öğretim programlarının temel kavramı imiş gibi kullanıma sunulması, düşünce organı olarak kalbin işaret edilmesi modern eğitimden kopuşun açık işaretleridir. Bu yolla hem öğrenciden hem öğreticiden niyet edilen anlamı çıkarması, düşünme biçimini değiştirmesi beklenmektedir.

∗∗∗

Bireye ve ulusa karakterini veren kültür dil üzerine kuruludur. Tarihçiler, Rönesansı Dante’nin (1265-1321) şiirlerini Latince yerine İtalyanca yazmasıyla başlatır. Dante ile başlayan ulusal dile dönüş, kısa sürede kilise dışındaki yazar, filozof ve düşünürleri de etkiler. Ulusal dilde üretilen bilginin yayılma hızı Aydınlanma ve uluslaşma sürecini başlatır. Birey yurttaşlık hak ve kültürünü anladığı/anlamlandırabildiği dille kazanmıştır. Geç de olsa diline sahip çıkarak azımsanmayacak yol kat etmiş, birey iyi-kötü yurttaşlık bilinci edinmiş, evrensel değerlerle tanışmış, yavaş yavaş homojen toplum saplantısından uzaklaşırken Türkiye, ulusal olmayan dil ve değerlerle tek din, tek kavim çatısı altında tebâlaştırılmaya çalışılmaktadır. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu niyete resmiyet kazandırma girişimidir.

“Düşünce ve idrak merkezi kalptir” (Kuran)

Bilim ve pedagoji kavramlarının yerine din dilini tercih edenler, dil ile düşüncenin ilişkisini, insanın “Ancak dilinin elverdiği ölçüde düşünebilir” varlık olduğunu biliyor olmalı. Aksi halde Öğretim Programları Ortak Metninde insanın kalbiyle düşündüğü saçmalığına yer verip buna inanmayı beklemek mümkün olmazdı. Ontolojik Bütünlük: Ruh ve Beden Bütünlüğü başlığı altında kalp, “nas”la (Allah’ın ve peygamberin sözlerine uygunluk) tanımlanmakta, aksi düşünülmemesi gereken bilgi olarak verilmektedir. İfade şöyle: “Ruhun merkezî ve aslî yeteneği olan kalp; meyillerimizi, yönelimlerimizi ifade eden iradenin merkezini, dolayısıyla ahlaki değerleri, inancı; vatanseverlik, merhamet, şefkat, iyilikseverlik ve seçicilik gibi insanın içsel dünyasını şekillendiren özellikleri içerir.” Burada “kalp” bir metafor olarak değil, ruh beden ayrımı ile tutarlı olacak şekilde Kuran”daki anlamıyla düşüncenin merkezi organı olarak kullanılmaktadır. Geçtiği yüzlerce ayette kalp, zihinsel faaliyetin gerçekleştiği yerdir:  “Hamdolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafirlerin ta kendileridir.” (A’raf sûresi 179. ayet). Benzer içerikteki Hicr Sûresi 12 ayetin dipnotunda “kalp”in hangi anlamda kullanıldığı şöyle açıklanmaktadır: “Bu âyetteki ‘kalp’ A’râf sûresi 179. âyette de olduğu gibi, düşünce ve idrak merkezi anlamındadır. Buna göre Kuran’ın suçluların kalbine sokulması, kendi dilleri ile onu anlamalarına imkan sağlaması demektir.” (Kur’an-ı Kerim Meâli s.281)

∗∗∗

Kuran’da Allah'ın kullarına akıl, irade ve duyu organları gibi nimetler verdiğinden söz edilir. Ayetlerde tanrı, kullarına “Ey akıl sahipleri” diyerek hitap eder, fakat aklın nerede olduğunu hangi organın akılla iştigal ettiği konusuna geldiğinde kalbi işaret eder. Heyecanlandığında, sevindiğinde, öfkelendiğinde, üzüldüğünde kan dolaşımının hızlanmasıyla çırpınan kalbini aklının merkezi sanan 1500 yıl öncesinin insanı yadırganamaz. Hatta bu, o dönem insanının önemli bir keşfi bile sayılabilir. Fakat bugün akıl, fikir, anlama, düşünme, idrak, duygu ve sezgi merkezi olarak kalbi işaret eden kişiye ancak beyinsiz denebilir.

İnanmak istemeyen, inanmakta güçlük çekenler olsa da bilim, beden ile ruhun birbirini tamamlayan iki farklı varlık olmadığını, düşüncenin (ruhun, tinin, duygunun) bedenin işlevlerinden biri olduğunu kanıtlayalı çok oldu. Aklını kullanma becerisinden yoksun veya kötü niyetli değilse, artık ruhsal bozuklukların nedeninin ve tedavisinin bedende gerçekleştiğini bilip kabullenmeyen yok diyebiliriz. Fakat yüzyılın Maarif Modeli, felsefeden aldığı kavramlarla (ontoloji, epistemoloji) mantık yoksunları dışında pek savunucusu kalmayan beden ile düşüncenin ayrı varlıklar olduğu iddiasını canlandırıp okulları ruh çağırma merkezlerine dönüştürmeyi düşünmektedir.