Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Kimi okurlarımız zaman zaman, yazı başlıklarının nasıl olması gerektiğini soruyor. Tüm sözcükler büyük harfle mi başlamalı, yoksa yalnızca ilk sözcük mi büyük olmalı?  

Bu soruyu önceki yazılarımızdan birinde yanıtlamıştım ama okurlarımız çeşitli gazete ve dergilerde değişik uygulamalarla karşılaştıklarından, konunun Türkçe yazım kuralı açısından daha ayrıntılı açıklanmasını istiyor. 

Görselliğin önem kazandığı, tasarımda ise estetik kaygıların yazım kurallarının önüne geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Kimilerine göre büyük harf uygulaması, görüntüde kirliliğe ve tekdüzeliğe yol açıyor. Bu bakış açısı, sıkıdüzen gerektiren yazım kurallarının belli ölçüde esnetilmesi sonucunu doğuruyor. Yazı başlıklarıyla ilgili değişik uygulamaların nedeni budur. 

Oysa yazı başlıklarıyla ilgili yazım kuralı konusunda dil kurumları arasında bir ayrılık yoktur. TDK de Dil Derneği de benzer görüştedir. 

Dil Derneği’ne göre, “Yazı başlıklarının her sözcüğü büyük harfle başlar; başlıkta geçen ‘ve, de, ile, ki, ya, ya da’ bağlaçlarıyla ‘mi’ soru eki küçük harfle yazılır. Başlığın tümü büyük harfle yazılmışsa bunların da büyük yazılması gerekir.” 

TDK de aynı şeyi söylüyor: "Kitap, bildiri, makale ve benzerlerinde ana başlıktaki kelimelerin tamamı, alt başlıktaki kelimelerin ise yalnızca ilk harfleri büyük olarak yazılır." 

Kural bu denli açık ama uygulamada farklılıklar görüyoruz. Gazetelerin çoğu, yukarıda belirttiğim estetik kaygılarla, yazı ve haber başlıklarında küçük harf kullanma eğilimindedir. BirGün’deki genel uygulama da bu yöndedir. 

Kimi gazeteler ise yazım konusunda yazarlarını özgür bırakmıştır. Köşeyazarlarından bazıları, belirlenmiş kurala uyarak yazı başlıklarının tüm sözcüklerini büyük harfle başlatıyor. Sözgelimi Güray Öz ve ben böyle yapıyoruz. Bu konuda ısrarlı olmayan yazarlar ise gazetenin editoryal seçimine uygun davranıyor. Yazarların böyle bir özgürlüğü vardır. 

Dilin Kemiği”inde sürekli olarak Türkçenin yazım kurallarını savunan bir yazar olarak elbette kendimle çelişmek istemem. O nedenle yazılarımın başlıklarındaki sözcükleri büyük harfle başlatıyorum. Ne var ki editörler ve sayfa tasarımcıları, çoğu zaman benim özgün yazım biçimimi değiştirip gazetenin genel çizgisine uyarladıklarından ortaya çelişkili bir durum çıkıyor. O yüzden belirtmek zorundayım: Yazı başlıklarımın bazen öyle, bazen böyle yazılması benim özensizliğimden kaynaklanmıyor. 

***

“KEYFİLİK”LE  

“KEYFİYET”İ  

KARIŞTIRANLAR! 

“Keyfiyet”, keyfilik değildir! (Aydınlık Avrupa, 3 Eylül 2023, Sayı 125) 

Gene “keyfiyet” ile “keyfilik” karışmış! (Hürriyet, 2 Eylül 2023) 

***

Haftanın notu

BU DAVA BİTMEMİŞTİR!

Sivas cankırımı, toplum vicdanında 30 yıldır kanayan bir yaradır. Ne var ki iktidarların suçluları koruyan tutumu, her gün biraz daha kanatıyor bu yarayı. 

Sivas davasının uzun yargı sürecini başından beri yakından izleyen biriyim. İzlemekle de kalmadım, bu konuda sayısız yazı yazdım. Üstüne bir de ortak çalışmayla tuğla kalınlığındaki SİVAS KİTABI’nı hazırladık. Bu belgesel kitapta “Bir Topluöldürümün Öyküsü”, tüm ayrıntılarıyla ve de tanık anlatımlarıyla tarihin tutanağına geçirilmiştir.  

Sivas kıyımı, laik Cumhuriyete karşı gerici bir kalkışmaydı. Ancak başlangıçta konunun bu yönü özenle gizlenerek Sivas kalkışması sıradan bir “asayiş olayı”na indirgenmek istenmiş; ilk dava da “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılık” savıyla açılmıştı. Kamuoyunun, avukatların ve mağdur yakınlarının inatçı çabaları sonunda yargı da bu saldırının gerçek niteliğini kabul etmek zorunda kalmış; 2001 yılında 33 sanık hakkında “Cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma” suçundan idam kararı verilmişti. Ancak bu cezalar, 2002 yılında idam cezasının kaldırılmasıyla ağırlaştırılmış müebbede çevrilmiş; katillerin bir bölümü daha sonra çıkarılan infaz indirimlerinden ve af yasalarından yararlanarak cezaevlerinden çıkmıştı. Hapisteki katliamcılardan Hayrettin Gül’ün kalan cezası ise “sürekli hastalık” gerekçesiyle AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla yakınlarda kaldırıldı. Bir başka Madımak hükümlüsü olan Ahmet Turan Kılıç ile bazı Hizbullahçılar da bir süre önce aynı gerekçeyle salıverilmişti. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, kaçak durumundaki üç sanıkla ilgili davayı da iki gün önce zamanaşımından düşürerek “Sivas Dosyası”nı tümden kapatmış oldu! 

Onlar öyle sansın! 

Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te insanlık suçu işlenmişti. Bu nitelikteki suçlar, “zamanaşımı” gerekçesiyle ortadan kaldırılamaz. İktidar güdümündeki bağımlı yargı böyle karar vermiş olsa da “Sivas Davası” halkın vicdanında kapanmamıştır.  

Sözün özü: Sivas cankırımı devlet gözetiminde yapılmıştı. Katiller o yüzden korunuyor!