Ülkemizde yerel seçimler öteden beri siyasi partilerin ya da siyasi aktörlerin genel politik iddialarını hayata geçirmenin hatta giderek siyasetin finansmanının bir aracı olarak görüle geldi. Bunda AKP’nin / Milli Görüş’ün İstanbul’da aldığı bir belediye sayesinde büyüdüğü ve iktidara geldiği yönündeki efsane, “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır!” ezberi gibi hem yanlışlanmış hem de yüzeysel politik ön kabuller etkili olmuştur. Belediyelerin siyasetin finansmanında pervasızca kullanılması ise nerede ise kurumsallaşmış durumda. Bu durum özellikle muhalefet belediyelerinde başkan eksenli, dar kadrocu, kendi başkanlıklarının devamını önceleyen klikleşme, vs. gibi “defolara” yol açıyor.

Böyle olunca da pandemi dönemi, deprem yardımları, kırsalla bağ kurma gibi iktidarın mali ve hukuki baskılarına rağmen ortaya konulan çok parlak pratikler berhava olduğu gibi partinin başarı hanesine de eklenemiyor. Nitekim nüfus ve ekonomik güç olarak ülkeyi belirleyen belediyeler muhalefette olmasına rağmen 52/48 dengesi değiştirilemedi.

Bu nedenle CHP yerel seçim sürecini kurgularken hem seçimi doğru bir zemine oturtmak hem de önümüzdeki 4 yıllık seçimsiz süreç sonrasında yapılacak genel seçimler üzerindeki belirleyiciliğini düşünmek durumunda. Yukarıda örneklerini verdiğim “defoları” şimdiden minimize edecek önlemler almalı.

Öncelikle CHP karar alıcıları kurultay sürecinin gerilim ve karşıtlıklarını aday belirleme sürecine yansıtmamaları gerekir. Elden geldiğince objektif, şeffaf güvenilir süreçler kurgulanmalı.

Mevcut CHP yönetimi siyasetini kuşkusuz verili koşullarda (oluşumundaki sorumluluklarından bağımsız olarak) yapmak durumda. Ancak verili koşulların bir kritiğinin ve güncellemesinin de yapılması şart. Öncelikle ittifak/iş birliği sürecinin merkeze konulduğu bir taktik izlenmemeli. Çünkü hemen hemen tüm partiler bir temsil sorunu/krizi yaşamakta. Şöyle ki; partiler adına, ittifak/iş birliği sürecini yöneten parti elitleri ile temsil ettiklerini iddia ettikleri kitle arasında mesafe artmış durumda. Ayrıca 2019 ittifaklarının başarı elde edilen yerlerde yerel siyasi figürler birbirleriyle ilişkilendiler. Başarılı yerel yönetimler ittifakı tabanda oluşturdular. Birçok yerde ön yargılar azaldı iktidar paylaşıldı. Özetle artık -özellikle her yerde yapılacak bir- ittifak/iş birliğinin marjinal faydası azalmıştır. Bu anlamda İYİ Parti’nin tutumu çok fazla belirleyici olmayacaktır. Hatta orta ve uzun vadede ya siyaseti çağıran/hatırlatan bir hamle olarak hep şikâyet etiğimiz “muhalefetteki siyasetsizliğin” giderilmesine hizmet edecektir ya da tabanının baskısı ile politik tutumu arasındaki farkın krizini yaşayacak.

DEM Parti henüz tutumunu açıklamadı ise de tabanının parti politikaları üzerindeki belirleyiciliğinin diğer partilere göre daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi yasaklar, kayyum politikaları, kriminalleştirilme gibi sorunlarla karşı karşıya. Ancak başta İstanbul olmak üzere sonuca etkili olabilecekleri yerlerde tabanından CHP’ye dönük negatif bir politika önemli ölçüde karşılık bulmayacaktır. Tüm bunları gözettiğimizde CHP’nin, siyasi parti elitlerini önceleyen bir ittifak/iş birliği arayışı yerine doğrudan seçmeni, belde halkını hedefleyen bir politikayı öncelemeli.

Kırılganlıklara rağmen en doğrusu, iletişiminin, aday belirlenmesinin, iş birliği olanaklarının yerellere bırakıldığı, örgütlerin üst düzeyde seferber edildiği bir politika izlemek olacaktır.

Başta deprem bölgeleri olmak üzere sosyalist partilerle yerel dinamikler üzerinden yapılacak iş birlikleri de seçim sürecine dinamizm katacaktır. Özellikle siyasallaşmanın sandıktan sandığa olduğu, siyasetsizliğin tavan yaptığı iklimi aşmamıza yardımcı olacaktır.

Bir şeyleri yenileme, değiştirme, dönüştürme iddiasında olanlara uyarı niteliğindeki bir alıntı ile bitiriyorum:

"İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker. Kendilerini ve bir şeyleri altüst etmekle, şimdiye dek hiç olmamışı var etmekle uğraşıyor göründükleri esnada, tam da böylesi devrimci kriz dönemlerinde, endişe içinde geçmişten ruhları yardıma çağırır, onların adlarına, sloganlarına, kıyafetlerine sarılır, dünya tarihinin yeni sahnesinde bu eskilerde hürmet edilen kılıklara bürünür ve bu ödünç dille oynamaya çalışırlar…

Yeni bir dil öğrenen kişi acemiliğinde her sözü önce ana diline çevirir; oysa ancak hafızasında anadilini yoklamaksızın, yeni dilin içinde devindiğinde, o dilin içindeyken, içine doğmuş olduğu dili unuttuğunda, yeni dilin ruhunu ele geçirebilecek, o dilin içinde özgürce söz üretebilecektir.”