Sene 1999’du, Deli Xıdır köyden gelmişti, geceye kalmıştı, bu satırların yazarı ise yeniyetme bir genç olarak bir zamanlar Ali Haydar Yıldız’ın garsonluk yaptığı –baba yadigarı- lokantayı kapatmış ve eve yürüyordu. Mamekiye merkez çarşının tam ortasında –soluk beyaz renk lambanın altında- Deli Xıdır ile karşılaştı. Xıdır sordu: Saat kaç? O cevap verdi: 12. Xıdır: Desene sabaha altı yedi saat var. Sonra o genç yürüdü, eve döndü, aklı sokaktaki Xıdır’daydı, baba kızdı: Xıdo’ya bir hotele götürüp bir kapı da mı açamadın? Genç sustu, yere eğdi başını.

Bizim Meme Jele bu geçen yaz, adını aldığı Zel dağının hemen altında bir ev yaptı. Evin giriş kapısının üstüne, bu evin kapısı herkese açıktır, ey yolcu gir içeri, ye iç, yat, ama temiz bırak şeklinde bir yazı astı. Dağın altındaki bu evin kapısı, senede üç yüz altmış beş gün, günde yirmi dört saat herkese açıktı. Dağda uyuyamayan ayılara bile.

∗∗∗

Meme Jele, Arsenyev’in romanını duymuş mudur, bilinmez. Onun ünlü romanının kahramanı olan Dersu, ziyaret ettikleri bir dağ evinde, ayrıldıklarında bu eve pirinç, tuz ve kibrit bırakır, kendilerinden sonra gelenleri düşünmüştür çünkü. 1975’te Oscar’ı kazanan Dersu Uzala, “kapıyı açık bırak” demişti insanlığa.

Ama Meme Jele bir zamanlar Düzgün Baba’yı ziyaret eden köylülerin hac süresince köydeki evlerinin kapılarını garip yolculara tamamen açık bırakmasını, ya da Yahudiler’in o geleneksel bayramlarında, Seder Gecesi’nde –Şabat- kapıları açık bırakmasını iyi bilirdi. Ve Dersim’in o eski tanrısından yaşlı köylülerin istediği ilk şey, insandan önce “yabandaki kurda” yardım etmesiydi. 1935’te Almanya’dan kovulan Yahudi bilim adamlarına Türkiye’nin kapılarını açması gibi. 

Bizim buraların halkı, şu aralar Kanada yollarına aşinalar. Sadece bizimkiler mi, Hatay’dan Artvin’e, Hakkari’den Tekirdağ’a bu rejimden kaçan ne kadar insan varsa gözleri, Avrupa yollarında, okyanus ötesinde. Politik sorunu olanı-olmayanı, aç olanı ve toku, sırtında yırtık ince gömleği olanı ve yün kazak içindeki kaçıyor; dünyanın iyi bir ülkesine “açık bir kapı” arıyorlar.

∗∗∗

Uzundur Avrupa “etik kriz” sendromu içinde, ne “bizimkiler”i kabul ediyor, ne daha aşağıdan gelen “kara kafalılar”ı, onlara hapishaneden gemiler, sınırda tel örgülü hapishaneler, on beş gündeki ifadelerle geri iade prosedürleri işletiyor.

Ancak Ruslar’dan kaçan “sarışın mavi gözlü”lere, Ukraynalılara tarife başka, oturum, iltica ve yerleşim hakkının üstüne iş ve sağlık güvencesi de hazır. Kara yüzlülerden esirgenen şey, Rusların önünden kaçanlara karşı yürek burkan bir yüce gönüllülükle teslim ediliyor.

İki ayaklı ve beyni olan, düşünen canlı türüne bu derece ayırım yapan bir “medeniyet” nasıl medeniyet olabilir ki? Sürgünün tarihteki o onurlu yeri çabuk unutuldu. Yoksa bu eski ve yaşlı kıta, bir “barbarlık adası” mı? Ya da en başından beri orası “kara kıta” mıydı?

Kapıları açık bırakmak gerek; Deli Xıdır’dan Zel Dağı’na, Ukraynalılar’dan kara kafalılara. Yüze kapatılan kapı bir kötülüktür, insanlığın son noktasıdır.