Bünyan küçük bir ilçeydi ve bir cezaevi çıkışı kasabanın geniş ana caddesinde bir lokantaya girdim. Oturdum, elimle sulu bir yemeği işaret ettim. Tam o anda on üç, on dört yaşlarında çocuklar içeri daldılar, amca 15 liraya ne var, dediler. Tezgâhın başındaki önlüklü, bıyıklı, göbekli adam -eliyle caddenin karşısını işaret ediyor- gidin orda çiğköfte alın dedi. Ben, çocuklar oturun ne isterseniz yiyin, dedim. Hepsi bana –biraz şaşkın ve merakla- baktı ve aynı anda kapıyı çarpıp çıktılar. Üç-dört yıl önceydi, öğlendi.

Uzun bir süredir ülkenin tüm okullarından el kadar öğrencilerin aç olduğu, öğlen yemek yiyemedikleri, kantinde bir kuru tost alamadıkları, annelerin –eğer vermişse- beslenme çantalarının içinin boş olduğu haberleri geliyor (Nasıl gelmesin; geçen Eylül’de anaokullarının kantinleri bir genelgeyle kapatıldı).

Sadece okullardan değil, dev şantiyelerden, Arçelik fabrikalarından, şantiyelerden, tersanelerden, hatta Akkuyu’daki uluslararası şirketten dahi işçilerin verilen öğünle doymadıkları şikâyetleri, işçi protestoları basında yer alıyor. İşçilerin ve çalışanların yedikleri yemeklerden zehirlendikleri, bu haberlere sık sık eşlik ediyor.

Sorun milli ve yerli değil, çeşitli ülkelerden duyarlı isimler çocukların okulda bir öğün sağlıklı yemeğe ulaşması için Uluslararası Okul Yemekleri Koalisyonu’nu kurdular. Çocukların açlığı, küresel bir sorun yani.

Gıda enflasyonu, özelleştirme en büyük sorunlardan. Eylül ayına kadar anaokullarının aşçıları, mutfağı, eti, sebzesi ve meyvesiyle öğünü vardı. Şimdi yok, çünkü bu iş, analara babalara havale edildi. Çünkü AKP neyden kısarsa, onu kodamanlara aktarma derdinde. Beşli Çete, Dünya Bankası raporlarına “hükümetten ihale alan ilk on şirketin beşi” olarak böylece girdi.  

Koskoca bir ekonomik sistem, paralarına para katan dev tekeller, ünlü markalarıyla uluslararası şirketler işçilerini doyuramıyor. Oysa şehir hastanelerine, paralı otoyollara, bankalara, tünellere, havalimanlarına ve tüm bunların inşa işlerini alan beşli çetelere sınırsız bir kaynak var.

Aslında sermayenin, işçinin tüm haklarını kısıtlama eğiliminde olduğunu Marx, Das Kapital’de yazmıştı: Sermaye, bir üretim aracı olarak gördüğü işçiye yemeğini, buhar kazanına kömür, makineye yağ verir gibi verir.

Herhangi bir ilkokulun kantininde bir tost altmış, İBB’nin kent lokantasında verilen üç öğün yemeğin bedeli kırk lira ise, ortada büyük bir sorun var demektir. Ve fabrikada işçiye, okulda çocuğa bir öğün yemek veremeyen bir devletin çivisi çıkmış, o devlet iflas etmiş demektir.