Sogayige Köyü Mazgirt dağlarının hemen altındaydı. Paxe Suru bu köyün bitişiğindeydi. Adını Suranlılardan almıştı. Suranlılar, cihan titreten padişahın Dersim’i ıslah etmesi için gönderdiği bir aşiretti. Ancak –tıpkı Çarekanlılar gibi- onlar ıslah olmuştu. Bu aşiret, Dewrese Gewrliler’e, Sarısaltıklılar’a, Kureyşanlılar’a talip olmuştu.

Büyük dedeleri Mursa, yüzyıl evvel Hozat’tan gelmişti. Çe Mursae Mılu ailesi ol tarihten beri Sogayige’de yaşıyordu. Sarısaltıklıydılar. Ancak burada uzun yüzyıllar yaşadıkları için çevre köyleri, komşular, elinde bir tepsi niyazla kapılarına gelen -boyun eğen ve keramet dileyen- masum talipler, onları Kureyşanlı kabul etmişti.

Mazgirt’in ünlü kaymakamı Gülabi ağa, bizim bu Mursae Mılu’ya talip olmuş, yola girmişti. Kurban kesilmiş, gülbeng okunmuş, dua okunmuş ve Mursae Mılu’ya boyun eğilmişti. Tarih bazen böyledir, ıslah etmeye gelen ıslah olur.

Adalet, dayanışma, yardımlaşma, yol gösterme, yanında zabitleriyle gelmiş Gülabi ağanın, kırmızı tahta kapılarına yüz sürdüğü ol günden bu yana Mursae Mılu ailesine meziyet olmuştu. Ateşe girmek, kılavuz eşliğinde cemler yapmak ve etrafta toplaşmış biçarelere yol göstermek, bu meziyetin bazı yan ürünleriydi.

∗∗

Takvim yaprakları iki binli yılların başında, Sogayige’de bir operasyon olmuş, Mursae Mılu’nun soyundan --on-on iki kuşak sonra doğan- Musa Çatakçin’in çocukları İbrahim ve Ayhan jandarma tarafından alınmış, Malatya’da bir hapishanede -tesadüfen kondukları koğuşta- başlayan açlık grevine seyirci kalmamış; üç-dört hafta aç kalmıştı Size onların hikâyesini –daha evvelden bu sayfada yıllar evvel- anlatmıştım, hatırlayacaksınız.

Ol meziyet böylece kaç kuşak sonra yeniden ortaya çıkmıştı –bir kere daha-. O dağlar içinde, “o cevher, yedi kuşak sonra da olsa çıkar bir yerden” sözü işte bu yüzden söylenmişti.    

Başkasının açlığına, yokluğuna, çaresizliğine üzülmek, bunu kendine dert edinmek, çözüm aramak ve bulmak -tarih boyunca- sıradan insanların dahi gündemini işgal etmiştir. Açlığa, çaresizliğe, zayıflığa, yokluğa karşı isyan, adaletsizliklere son verme umudu her vicdanlı insanın aklında ve yüreğinde seçkin bir yer edinmiştir.

∗∗

Bu tarihi ülke, yirmi birinci yüzyılda –tarihinde pek yaşamadığı- bir felaketle karşılaştı. Bir deprem, yüzbinlerce kadını, çocuğu, erkeği, yaşlıyı birkaç saniyede bizden aldı. Üç gün boyunca beton altında inleyenlere yardım eli uzatılmadı. Yüzbinlerin ölümünü, milyonların ülkenin başkentine ve batısına göçü, kalanların konteynerlere ve çadırkentlere doldurulması izledi.

Katliamın birinci seneyi devriyesinde ülkenin Cumhurbaşkanı birden –depremin merkezinde- sahne aldı. Yerel belediye başkanı kendi partisinden olmadığı için, depremde katledilen, üşüyen, acıkan, yokluk çeken insanlara yardım etmediklerini itiraf etti. Böylesine kötü bir davranış, tarihte belki ilk defa görüldü.     

İbrahim ve Ayhan’ın aylarca aç kalmayı göze aldığı adalet inancı, Mursae Mılu’nun Gülabi ağayı yola soktuğu günden beri, ol damarda sürüyordu. İyiliğin hikâyesi işte böyle. Peki kötülük, o hangi damarda doğuyor, nereden geliyor?