Barış Akay, Buca Kırklar F Tipi’nde yatıyor. Tam 25 yıldır. Kimsenin Barış’tan haberi yok. Çünkü Barış’ın yaşadıklarını kimse merak etmiyor, Barış’ın kaderini bilen, duyan, işin kötüsü umursayan da yok (Hücre arkadaşı Ayhan Bozkaya -O da yirmi yıldır orda- hariç). 

Barış, üniversitede öğrenci iken dağa çıktı. 1990’lardı; devlet Kürt sorununu şiddetle ezmek istiyordu. Bu şiddetin doğurduğu örgüt, PKK da şiddetle Kürtleri özgürleştireceğini savunuyordu. 

Barış 23 yaşında iken çıktı dağa; dağda ortalama ömür 5 yıldır. Barış tam beş yıl sonra bir çatışma sonrası sağ ele geçti. Müebbet hapis yedi. Bu cezanın yatarı 30 yıldır. Barış 5 yıl sonra 60’ına yakın -ihtiyarlığın arifesinde- bir adam olarak cezaevinden çıkacak. 

***

Mahpusluğu sırasında -artık unuttuğu kadar eski bir tarihte- örgüt koğuşuna veda etti -bu çok yaygın bir şeydir içeride, bilenler bilir-. Şiir, hikâye ve edebiyat yazmaya başladı. Anasının diliyle -Dımılice/Zazaca- Dımkundez’i yazdı -ayıptır söylemesi imzalı bir tane bana verdi, bir sonbahar akşamında-. 

Bu herşeyi sorgulayan -hayatını adadığı örgütü bile- ellilerin ortasındaki adamı cezaevi müdürü bir gün -nasıl oldu bilinmez- merak etti -Dımkundez elindeydi o gün müdürün-, sordu: Nedir senin hikâyen? O, en az yüz yıllık bir sorun vardı, biz yirmi yaşında dağlara çıktık, gençtik, toyduk, o dev sorun biz yirmiliklerin üstüne devrildi, hikâyem budur, dedi. Müdür sustu; hiç birşey demedi. 

Nefes’i izledim geçen akşam. Irak’tan 12 şehit haberini aldıktan 5 gün sonraydı. Genç çocukların fotoğrafları altında -televizyonlarda-, şehitler ölmez, vatan bölünmez, yazıyordu. 

Film, 5-7 Mayıs 1993’te sınırda bir küçük karakolda yaşananları anlatıyor -hani geçen hafta Irak’ta hiç bilmediğimiz bir karakolda ölen askerler var ya, işte ona benzer bir yer-, Tayfun yüzbaşı (Murat Yıldırım) gözünden anlatılıyor o dev sorun. 

Filmin sonunda Tayfun yüzbaşı -kendi karakolundaki askerler hakkında- çok gençtiler; bazıları çocuktu, ölmeye, öldürmeye gönderilmişlerdi; çünkü burası birbirlerinin yaşadıklarından habersiz insanların ülkesiydi, diyor. 

***

Son sahnesine kadar -pek de iyi ilerlemeyen- filmin final dakikalarında -şehit düşen Tayfun yüzbaşının dilinden- verilen mesaj, Buca’da -tam çeyrek asırdır- sessizce yatmakta olan Barış Akay’ın söyledikleriyle birebir aynıydı -ve bu hiç şaşırtıcı değil-. 

Bir savaşın ne olduğunu, barışın anlamını -en iyi- bu savaşı yaşayanlar bilir; tuzukurular değil. Barış bilir, Tayfun yüzbaşı bilir. Devlet Bahçeli veya Erdoğan değil. Bu yüzyıllık sorunun çözümü ise halkları kışkırtmaktan değil; sorunu çözmek için “birbirlerinin yaşadıklarından haberi olan” bir ulus kurmaktan geçer. 

Hapiste ömrünü yiyen Barış Akay’ın ve askerlerini kurtarmak için yaşamını feda eden Tayfun Gürgen’in mesajı bir ve aynıdır. Ve bunca hamaset ve provokasyon içinde -en az Barış Akay’ınki kadar gerçek bir hikâye olan- Nefes’in mesajı çok kıymetlidir.