Can Atalay’la ilgili karar Meclis’te okundu. Vekilliği düşürüldü. Bu işlemin de usulsüz olduğunu ve AKP+MHP düşürdük dese de aslında düşürülmemiş olduğunu söyleyenler var.

Aslında hukuk ve usul tartışması çok geride kaldı. Şimdi Meclis’teki işleme “hukuk darbesi” tanısı koyan muhalefet, aynı saptamayı daha önce birkaç kez yaptı. Anayasa Mahkemesi kararına uyulmayınca yaptı en son.

Bir darbe ortadan kalkmış, hukuk yeniden hakim kılınmış mıydı da şimdi yeniden “hukuk darbesi” oldu?

Sorun epeydir, özellikle de muhalefet açısından bir hezimetle sonuçlanan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimi sürecinden beri, söylenenle yapılanlar arasındaki uyumsuzluk. Tanı ve tedavi arasındaki uçurum!

O seçim sürecinde de, farklı kavramlaştırmalarla da olsa, sisteme “otoriter bir tek adam yönetimi” tanısı konmuş, buna karşı herkesin “ben” demeden “biz” diyerek birlikte mücadele etmesi gerekirken masa altından üstünden tekmeler atılmıştı.

Önümüzdeki yerel seçimin yerel seçim olmaktan çok öte bir anlamı var. Belediye başkanları seçerken aynı zamanda “otoriter tek adam rejimi”ni pekiştirmek ile zayıflatmak arasında da seçim yapacağız.

Muhalefetten yansıyan manzara bu kez Mayıs seçimi öncesinden de beter. Sadece masa etrafında toplananların birbirleriyle çatışıyor olması değil, “değişim” yaşayan ana muhalefet partisinin aday belirleme sürecini bir tür örgüt içi kapışmaya dönüştürmesi var.

Şu zehirli “ben” hırslarından arınıp “biz” olarak demokratik bir hukuk devleti mücadelesi verebilmek için daha ne kadar “felaket” gerekir bilemiyorum.

Gazze ile birlikte 2023’ün büyük küresel felaketi sayılan depremin 1’inci yıldönümündeyiz. İktidarın verdiği sözlere karşın hala kaldırılmamış bir enkaz, başı üstünde çatı olmayan yüzbinlerce depremzede, ne ölü ne diri bulamadığı kayıplarını arayan yüzlerce aile var.

Ve canları deprem enkazı altında kalan Hataylıların iradeleri de bir siyasi enkaz altında! Meclis’e göndermek için seçtikleri Can Atalay cezaevine gönderildi, milletvekilliği düşürüldü.

Peki, ne yapmak gerek? Tanıda anlaştıysak tedavi ne?

Onu da Can Atalay protestolarına katılanlar haykırdı durdu: “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Geçen gün Yalçın Doğan da Samsun’dan yatılı okul abimiz Şükrü Ülker’in Hitler: Demokrasiden Diktatörlüğe kitabından alıntıyla muhalefetin parçalanmışlığı ile Nazilerin seçim başarısı arasındaki ilişkiyi aktarmıştı. 1928’de 41 partinin katıldığı seçimde yüzde 2,6 oy alabilen Nazi partisi, 1932’de 61 partinin katıldığı seçimde yüzde 37,27’ye çıkıyor!

31 Mart seçimine, pusulanın ilk sırasındaki AKP ile birlikte 35 parti katılıyor. Buradan ne söylesek onların çoğunun kulağına gitmez. Ama ya “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganının sahipleri?

Hiç değilse onlar meydanlardaki haykırışı duysalar!

Yaşar Aydın dün “Halk öfkeli, iktidarın tek derdi koltukta kalma formülü. Sağ muhalefet rejime sığınmış halde. Halkın taleplerinin sözcüsü yok. CHP ve hatta DEM tereddütlü. Rejimin topyekûn karşısına geçmeden muhalefet etmek ise anlamsız” diyerek “Bu dümeni sola kim döndürecek?” diye sormuştu.

Kim sorusunun yanıtı belli aslında. Ancak, onların sisteme dair saptamalarının gereğini bir türlü neden yapamadıklarını anlamak da anlatabilmek de zor.

Sömürüye, pahalılığa ve yoksulluğa karşı, eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşayabileceğimiz demokratik bir Cumhuriyet yolunda neden birlikte ilerleyemediklerini açıklayabilecekleri bir tek yurttaş bile yok.

Keşke Can Atalay için haykırılan sloganın gereği yapılabilse: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!