Marjinal başarı: Türkiye ölüm grubunda

Türk Dil Kurumu “marjinal” kelimesinin anlamını “aykırı” olarak veriyor. Erdoğan’ın hakaretler sözlüğünde ise bu kelime, “terörist”ten bir alt basamakta yer alıyor. Erdoğan, henüz terörist olarak yaftalayacak kadar tehlikeli görmediği kesimleri, marjinal olarak tanımlıyor. Eğer marjinaller eylemlerini sürdürür ve örgütlü bir şekilde iktidarın canını sıkmaya devam ederse bu sefer terörist muamelesi görmeye başlıyorlar.

AKP’nin kemik tabanı da bu kelimeyi, vatan-millet düşmanı, provokasyonu huy edinmiş, Türkiye’nin gelişmesini istemeyen kişiler olarak anlıyor. Bu, ideolojik iletişimin bir parçası. Örneğin iktidar, terörist kelimesinin anlamını da bozuyor ve kitlesine bozuk haliyle kabul ettiriyor. Bu bir partinin “iletişim başarısı” olarak görülebilirdi ama mesele o kadar basit değil. Yargı da aynı terminolojiyi sahiplenip iddianameler kuruyor, demokratik haklarını kullananlara cezalar yağdırıyor ve bunun hapse girip girmemek türünden hayata dair pratik sonuçları oluyor. Türk yargısının güdümlü zihin dünyasında, Gezi gibi demokratik ve yaygın bir halk direnişi bile “darbe/terör faaliyeti” olarak kodlanabiliyor.

Sonunda Limak ve IC İçtaş’ın talan etmek istediği Akbelen Ormanı için direnen Muğla’nın köylüleri de Erdoğan’ın dışlayıcı dilinden nasibini aldı. Geçmişi, geleceği, yaşamı ve toprağı için mücadele eden köylülere Erdoğan, “çevreci marjinaller” sıfatını uygun gördü. Eylemlerin de provokatif olduğunu savunarak köylülere reva görülen şiddete sahip çıktı. Bu aynı zamanda neyin nasıl ele alınması gerektiği konusunda yargıya verilmiş bir sinyaldi. Erdoğan’ın hak dediği hak, provokasyon dediği provokasyondur. Bağımsız yargı bunu bilir, bunu uygular.

Erdoğan açıklamasında, Güney Ege’de kullanılan elektriğin neredeyse üçte ikisinin Muğla’daki termik santraller tarafından üretildiğini ve  bu santrallerin ülkenin “milli değeri” olduğunu söyleyerek Avrupa’nın hiçbir yerinde kömürle üretimin artırılmasına karşı çıkılmadığını iddia etti. Almanya’yı, Fransa’yı örnek gösterdi. Oysa bu sözler külliyen yalan. Asıl marjinal de kömürden enerji üretimini hâlâ geçer akçe olarak gören Saray yönetiminden başkası değil.

Son yıllarda Avrupa’nın en güçlü ülkeleri bile birer birer kömürden elektrik üretimini ne zaman durduracaklarına dair taahhütler vermeye başladı. ekosfer.org’un hazırladığı ve turkiyedekomur.org sitesinde yer alan haritaya göre Belçika, İsveç, İsviçre, Norveç, Portekiz, Avusturya, Arnavutluk, Letonya, Litvanya ve Estonya, elektrik üretiminde kömür kullanmıyor. Aralarında Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan, Danimarka, İspanya ve Hollanda’nın bulunduğu ülkeler, 2030 ve öncesinde kömür santrallerini kapatmayı planlıyor. Birçok kömür santralinin kapısına kilit vuran Almanya da 2030 sonrası kömürden elektrik üretmeye tamamen son vereceğini taahhüt ediyor.

Şunu da belirtelim. Rusya’nın Ukrayna işgali ve peşinden gelen Avrupa-Rusya gerilimine bağlı enerji krizi, Batılı ülkelerin elektrikte kömürden vazgeçmesinin önüne konjonktürel engeller çıkardı. Doğalgaz, kömür ve petrolde Rusya’ya bağımlı olan Avrupa devletleri, kısmen bir kez daha kömüre ve nükleere yöneldi. Enerji kriziyle birlikte AB ülkelerinde kapatılmış olan 26 kömür santralinin yeniden faaliyete geçmesi ya da hazırda bekletilmesi yönünde karar alındı. Ancak burada kontrollü bir süreç işletiliyor. Verilen taahhütlerin geçersiz olması gibi bir durum yok.

Gelelim bizim topraklarımıza… 21 senedir AKP tarafından yönetilen Türkiye ne mi yapıyor? Bosna Hersek, Polonya ve Sırbistan ile birlikte kömür santrallerini kapatma kararı almayan bir ülke olarak ölüm grubunun içinde yer alıyor. Makina Mühendisleri Odası’nın 2016’da yayınlanan raporuna göre, enerji üretiminde %29 oranında kömüre bağımlı hale getirilen Türkiye, fosil yakıtlardan kurtulma konusunda bir plana bile sahip değil.

Böyle bir plan olmadığı gibi Türkiye’nin termik santrallerinin çalışma standartları da Avrupa’dakilere göre çok farklı. Birçoğu zaten yapılmaması gereken yerlere yapılmış, maden sahaları hiç açılmaması gereken yerlere açılmış. Akbelen’deki ısrar da bunun bir örneği. Hiçbirinde çevresel ve toplumsal etki gözetilmiyor. Sadece kâra odaklı, talancı bir yaklaşım hâkim. Mevzuata uygun olmayan çok sayıda ünite, zehir saçmaya devam ediyor. Hâlâ baca gazı arıtma sistemi gibi temel donanımlara sahip olmayan santraller mevcut. Çünkü bunlar sermaye için ek maliyet. Denetimi yapması gereken devlet de sermayenin ayağına taş değmesin diye ne yurttaşın sağlığını ne de doğanın geleceğini umursuyor.

Bu durumda marjinal kim? “50’yi aşkın aktif termik santralle yola devam” diyen, çevresel etkiyi gözetmeden bu işletmelerin faaliyetlerine arka çıkan ve Türkiye’yi enerji alanında ölüm grubuna sokan iktidar mı, yoksa sadece temiz bir nefes için direnen yurttaşlar mı? Eğer iktidar ve yargı aynı cevabı vermeye kararlıysa, ülkenin menfaatleri için dileyelim ki “marjinaller” kazansın.