Katıldığınız referandum kampanyalarında kendinizi ne kadar güvende hissediyorsanız, kullandığınız oy o oranda güvendedir. Yani, referandum kampanyasına güvenle katılanın oyu güvende, katıldığı veya katılacağı kampanya herhangi bir engelle karşılaşanın oyu güvende değil. Hele engel çıkaranlardan biri devletse hiç şansınız yok. Çünkü bu devlet, sizi, arzu etmediği olası sonuca karşı yasasında da belirtildiği gibi özgürlüklerin sınırlandığı olağanüstü hal altında sandığa çağırıyor. Kararınızı özgürce vermenizi engelleyenin verdiğiniz karara saygı duyacağını düşünemezsiniz. 16 Nisan akşamı, tercihinizi sakıncalı bulup sizi engelleyen devlet tarafından oy verdiğiniz sandığın alınıp götürülmesi haliyle uykunuzu kaçırır.

Devlet bütün hücreleriyle “Evet” kampanyasına katılırken “Hayır” diyenlerin sınırlı olanaklarıyla düzenledikleri kampanyaları engelliyor. Sarayda topladığı muhtarlara yemek ısmarlayan devlet, kahvede toplanan muhtarlara soruşturma açıyor. İktidar mitingine ücretsiz araç tahsis eden devlet, “Hayır” kampanyası yürütenlerin ücretli salon talebini reddediyor; pankartlarını toplatıyor, ağzını açanı tutukluyor. Velhasıl, “Hayır” kampanyası yürütenlerin sözden ibaret politik diline devletin baskı araçlarıyla karşılık veriliyor.

Referandum kampanyası, ötekileştirilmiş yurttaşlarla devlet arasında yürüyor. Devlet (cumhurbaşkanıyla, bütçesiyle, bürokrasisiyle, askeriyle, polisiyle, yargısıyla) ısrarla ‘Hayır’cılara bu ülkenin yurttaşı değilmiş gibi davranıyor. Yetmiyor toplantıları basan, yol kesen, afiş yırtan milisler de silahıyla, palasıyla, sopasıyla hayırcıların peşine salınıyor.

Hadi canınızı dişinize takıp bu kuşatılmışlık arasından sıyrılıp devletin 16 Nisan Pazar sabahı önünüze koyacağı sandığa ulaştınız; peki, sandığa giderken olmadık engel çıkaran devletin akşam alıp götüreceği sandıklardaki oylarınıza saygılı davranacağından nasıl emin olacaksınız? Tarafsızlık yemini etmiş Cumhurbaşkanı’nın tarafsız olmadığı bir devletin, 17 Nisan sabahı sadece rakamlardan ibaret olan sayılarla oynamayacağının garantisi ne? Referandumda “Evet” oyu kullanacağından emin olunmayan kamu görevlilerine sandık kurulunda görev verilmemesini neye yoracağız? Açıkçası “Hayır” oylarının güvende olduğunun bir garantisi yok!

Bu denli yoğun ve ağır baskı ile karşılaşılacağı düşünülseydi, “hayır” cephesi için sanırım doğru karar sandığa gitmemek olurdu. Fakat bu nokta çoktan aşıldı. Madem bu noktaya kadar gelindi, biraz daha dayanıp sandığa göz kulak olmak gerek. AKP’nin stresini, devleti devreye sokmasını gücümüze yorup kendimizi motive ederek oyumuza sahip çıkmalıyız. Oyumuz Güvende Platformu bu konuda bize örnek olabilir.

Oyunun güvende olmadığını düşünen kaygılı seçmenlere yol gösteren bir gurup sivil yurttaş, partilerden bağımsız olarak “Oyumuz Güvende” adıyla bir platform etrafında biraraya gelmiş. “şimdi oyumuzu koruma, müşahit olma zamanı!” sloganıyla sandıklara müşahit bulup eğitimlerini gerçekleştiriyorlar.

Oyumuz Güvende Platformu, ulaşabildikleri mahallelerde bir yandan “Hayır” cephesini örgütlemeye çalışırken bir yandan da sandık güvenliğinin nasıl sağlanacağını anlatmaya çalışıyor. Platform, Pazar günü de Ankara’da, Sandık Seninle Güzel sloganıyla Oyum Güvende Müşahitler Buluşmasını gerçekleştiriyor. Rıza Türmen’in “Her Okula Bir Avukat Kampanyası”na destek veren avukatları tanıtacağı etkinlikte, katılımcılara müşahit el kitapçığı dağıtılacak (Yer: İMO/Necatibey, Saat 17.00). Onların “Oyum güvende olsun diyorsan, sen de katıl!” çağırısına kulak vermek lazım. Çağırı metinlerinde de belirttikleri gibi “Hayır” demek yetmez; şimdi oyumuzu koruma, sandığımızı savunma, müşahit olma zamanı!

Politikacı dili, kolektif zekânın hali

Seçmen karşısına çıkan politikacıların dili iyiden iyiye çekilmez oldu. Kavramsız, kavramsız olduğu için anlamsız cümleler diliyorsunuz.

Binali Yıldırım düzeyi daha da düşürdü. Başbakanın iki cümlesini bir konuya bağlamak mümkün değil. Saatlerce konuşup da hiçbir şey söylememeyi şaşırtıcı derecede beceriyor. Abarttığımı düşünüyorsanız, Youtube’dan bulup başbakanın bu becerisini, dün gece İzmirli gençler karşısında nasıl sergilediğini görün!

Ahmet Davutoğlu da Binali Yıldırım’dan geri kalmazdı, fakat onunki laf bilmemezlikten değildi. Davutoğlu’nun, hitap ettiği kitlenin ancak o kadarını anlayabileceği telkin edilmiş biri gibi konuştuğu fark ediliyordu. Kitap yazmış biri için ne acı verici bir durum!

Referandum kampanyalarında konuşma yapanları, “büyütücü” satıcılarına benzetiyorum. Hani şu pazarlama kanallarında saatlerce aynı cümleleri aynı tonda tekrar eden gergedan boynuzunun şehvet artırdığını anlatan kalpazanlara…

Şaka bir yana, politikacı dilini kitlelerin algısına göre kuruyorsa kolektif zekâ kaygı verici bir noktaya evrilmiş demektir. Kamusal kararlara katılımı engelleyen, bize çıkış kapısını gösterecek tekil zekâyı esir alan bu kitle zekâsının iyileşme ihtimali var mı?

Bir arkadaşım dibe vurmadan kurtuluş yok dedi. Bu girdaptan kurtulabilmek için dibe vurmak gerektiğini düşünen az değil. İyi de dip nedir, neresidir? Ahmet Şık FETÖ üyeliğinden tutuklanınca dibi gördük, kurtuluş yakın dedim! Derken Melih Gökçek Sol-FETÖ ilişkisini ifşa eden kitap yazdığını ilan etti ! Peki, bu ne? Dibi gördük, bir de dibin dibini mi bulacağız! Ya da dinin dibi var mı?