Çıkar cebindeki telefonu” diyen dayıların karşısındakilerin yaşlarında olduğumuz yıllarda, o dayıların o günkü modelleri de bize “anarşik, anarşit” falan diye seslenirlerdi. Az biraz mürekkep yalamışlarsa da “anarşist”!

Anarşistlere onlar gibi bir anlam yüklediğimizden değil, ama kendimizi anarşist olarak değil de gündelik hayatlarımızda “devrimci” kuramsal tartışmalarda ise genel anlamda “Marksist” olarak tanımladığımızdan, o dayılara güler geçerdik.

Bizim “yolculuğumuz”daki devrimciliğin merkezinde düşlerimizdeki gelecek toplumun ilişkilerini, örgütlenmelerini, karar alma mekanizmalarını şimdiden kurmak vardı. Amaçla aracın uyumu vardı; güzel ve ahlaki bir geleceğe çirkin ve ahlaki olmayan araçlarla ulaşılamazdı.

O yüzden “Direniş Komiteleri”ne gelecek sosyalist toplumun nüveleri denirdi. Fatsa’daki halk komiteleri de Uşak köylerindeki köy komünleri de gelecekte kurmayı düşlediğimiz toplumun iktidar organlarının, insan ilişkilerinin bugünden kurulmaya ve yaşanmaya çalışılmasından başka bir şey değildi.

Öyle “prefigüratif siyaset” diye bir kavram yoktu dilimizde, en azından benim bildiğim okumalarımız arasında. “Prefigürasyon” ve “prefigüratif siyaset1990’lardan itibaren “toplumsal hareketler” ve “yeni toplumsal hareketler” kuramları içinde yaygın bir kullanım alanı buldu ve anarşizmin ayırt edici kavramları arasında sayıldı. Ancak, biz 70’lerin ikinci yarısında “hareket”imiz içinde ve zemin bulduğu alanlarda tam da “prefigürasyon” yapmıştık.

Özellikle 2000’li yıllarda toplumsal hareket kuramcıları, biraz da farklı coğrafyalarda boy veren toplumsal hareketleri irdeleyerek, “prefigüratif siyaset” üzerinde çok sayıda çalışma yaptılar; makaleler, kitaplar yazdılar.

Prefigüratif siyaset”i, bir toplumsal hareket içerisinde bir araya gelenlerin hedefledikleri gelecek toplumun örgütlenme ve toplumsal ilişki biçimlerinin “şu anda ve burada … bilinçli ve yaşanarak uygulanması” olarak tanımladılar.  Esas olarak, hâkim örgütlenme biçimlerine alternatiflerin kolektif olarak yaratılmasını içerdiğini vurguladılar.

Bu kuramcılar, “prefigürasyon” ve “prefigüratif siyasetiGezi Parkı Direnişi’nde de gördüler. Gezi Parkı’nın merdivenlerinde insanların ellerinde fazla olanı getirip ihtiyacı olanların kullanımına sundukları paranın geçmediği “bakkal”, ateistlerin namaz kılanların etrafını çevirip korudukları “zaman ve mekân” şimdiki zaman ve düşlenen geleceğin birleştiği birer “prefigürasyon” örnekleriydi.

Türkiye, 31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını dipten gelen, tek ve toplu bir protesto şeklinde pek görünür olmayan ama yaygın ve ilginç bir toplumsal hareketle aldı. O sonuçlar da muhalefetin kazandığı belediyeler olarak somutlandı.

İşte tam da “anarşik” olma zamanı!

Belediyeleri birer “prefigüratif siyaset” alanına/kurumuna dönüştürüp dönüştüremediğimiz gösterecek farkımızı. Mevcut düzenden sapmaya ve alternatifler aramaya odaklanan bir strateji olarak prefigüratif siyaseti seçip seçmeyeceğimiz, değerlerimizi ve hedeflerimizi bugünden ve doğrudan uygulamaya koyup koymayacağımız ayıracak bizi yozlaşmış belediyecilik pratiklerinden!

Şimdi, bir an için gözlerimizi kapatıp, gelecekte nasıl bir toplumda yaşamak istediğimizi, ilişkilerimize hâkim olmasını özlediğimiz değerleri düşünelim. Gözümüzü açtığımızda aklımızda kalanlar belediyeleri değerlendirme ölçülerimiz olsun!

Nefesimiz bize anlattıkları gibi yaşamayanların ensesinde, yerimiz amaçlarıyla araçlarını uyumlu kılarak geleceği bugünden kurmaya çalışanların, belediyeleri birer “prefigüratif siyaset alanı” yapanların yanında olsun.