Bir savaşlar zamanına girdiğimiz kesin ve 2024 gideni aratacak gibi. Son 10 yılda, dünyanın farklı yerlerindeki “savaş” denebilecek çatışmaların sayısı ikiye katlayarak 180’e çıkmış. Ölenlerin sayısı 6 kat artarak 300 bine yaklaşmış. Çeteler de, şimdi Haiti’de tanık olduğumuz gibi, çatışmalarını iktidar hedefli iç savaş düzeyine taşıdılar.

Bir Dünya Emekçi Kadınlar Günü ardından bütün bu çatışmaların en büyük kurbanının kadınlar olduğunu da vurgulamalıyız. Barışı en güçlü onların dillendirdiğini de.

Öte yandan, açlık, yoksulluk ve savaşların beslediği göç dalgasıyla, göçmenlerin “bütün kötülüklerin anası” olarak damgalandığı “uygar dünya”da aşırı sağcı, faşist hareketler yükseliyor.

∗∗∗

Yerel seçimlere gün sayarken demokrasi güçlerinin dağınıklığından ve güçsüzlüğünden yakınıyoruz ama bir de savaşlar zamanının küresel otoriterlik dalgasından etkileneceğiz. Savaşların canlarla birlikte özgürlükleri de yakan ateşi bize de vuracak, vuruyor. Göçmenler, tüm sorunlarımızı örtecek ve seçim sonuçları kadar rejimin niteliğini belirleyecek etmene dönüştü bile.

Gazze, savaşın ülkeleri nasıl vicdansız bir tarafgirliğe hapsettiğinin, en temel insanlık değerlerinin ayaklar altına alarak “demokrasinin beşiği” denilen yerlerde otoriterliği çağırdığının en çarpıcı örneği. Güya olmazsa olmazı ifade özgürlüğü olan medyanın da katkısıyla…  

∗∗∗

Fransız gazeteci S. Halimi ve yazar P. Rimbert’in Le Monde Diplomatique’in Şubat 2024 sayısında Fransız medyasının Gazze haberlerini değerlendiren bir incelemesi vardı.

İnceleme; Fransız gazeteciliğinin kamuya açık bir tehlike haline geldiğini, haberlerin veriliş biçiminin otoriterliği desteklediğini, İsrail’e olan koşulsuz desteğe muhalif görüşlerin karalanması, kamusal özgürlüklerin sorgulanması ve göçmenlerin avlanmasının eşlik ettiğini vurguluyor. Medyanın, Ulusal Cephe lideri Jean-Marie Le Pen’i “Fransız Yahudileri için siper, kalkan” diye parlatırken, İsrail’i eleştiren solcu lider Jean-Luc Mélenchon'u eskiden Le Pen için kullanılan terimlerle bombalayarak “cumhuriyet düşmanı” “antisemit” ilan ettiğini gösteriyor. Fransız siyasal yelpazesinde 10 yıl önce hayal edilemeyecek bir sağa kayış yaşandığını, bunun da Filistin’e destek gösterilerinin antisemitizmle eşitlenip “teröristlere destek gösterileri” olarak damgalaması eşliğinde gerçekleştiğini, yeni iklimde Müslümanlar için hayatın daha zorlaştığını, yabancılara baskının katmerlendiğini, ifade özgürlüğünün iyiden iyiye kısıtlandığını saptıyor.

∗∗∗

7 Ekim'deki Hamas saldırısını 0 noktası olarak kabul edip, öncesine ve Filistinlilerin öldürülmesine değinmeyen haber çerçevesi Fransa’ya özgü değil. İsrailliler öldürüldüğünde “katliam”, Filistinliler öldürüldüğünde “İsrail’in kendini savunma hakkı” demek epeyce yaygın. Batı’da haberler, İsrail’i aynı dünya görüşüne, aynı değerlere ve aynı düşmanlara sahip yüksek liberal demokrasiler uygarlığının parçası kabulüyle yapılıyor.

7 Ekim ve 24 Kasım 2023 ​​arasında ABD’de New York Times, Washington Post ve Los Angeles Times'daki yayınlar incelendiğinde Fransa ile benzerlik görülüyor: İsrailli kurbanlar için “katliam” terimi 125, Filistinli kurbanlar için yalnızca 2 kez kullanılmış. “Korkunç” terimi ise, İsrailli kurbanlar için 36, Filistinliler için 4 kez!

∗∗∗

Halimi ve Rimbert, Fransız medyası incelemelerini “otoriter gazeteciliğin doğuşu ve yerleşmesi” saptamasıyla noktalıyorlar. Bu da yalnız Fransa’ya özgü değil!

Savaşlar zamanında otoriterliğin her yerde yükseldiğini görmeli ve şu yerel seçim sürecinde tablodaki bu karamsarlık karşısında eylemde iyimserliği seçmeli, kadın cesaretiyle birleşik mücadeleyi yükseltmeliyiz!